Batılı kaynaklarda ‘Dragon’ ile ‘Turgut’ kelimelerinin birleşiminden türetilerek Dragut olarak nam yapmış olan Turgut Reis takriben 1485’te Sıravalos’ta, yani bugünkü Bodrum’un Turgutreis beldesinde Karabağ köyünde dünyaya gelmiştir. Babası Veli adında bir çiftçi olan Turgutça, daha küçük yaşta iken bir korsan kadırgasına dahil olmuş ve kısa sürede zekası ve cesareti ile öne çıkmıştır. 1492’de Gırnata’nın düşmesinden sonra levendlerin bölge halkını İspanyol zulmünden kurtarma operasyonlarında o da sorumluluk alarak faal rol oynamıştır. Daha 25 yaşlarındayken, artık kendisine ait bir geminin reisi olarak Şehzade Korkud’un dikkatini çekmiş ve onun tarafından himaye edilerek Oruç ve Hızır Reislerin yanına Cezayir’e gönderilmiştir. Ünü, sonraları adı Barbaros Hayreddin Paşa olarak değişecek olan Hızır Reis’e kadar ulaşan Turgut Reis, kabiliyeti ve yetenekleri ile zamanla onun sağ kolu olmuş ve 1533 yılında “Cezayir Sultanı”nın Osmanlı hizmetine girdiği seremonide o da, Hızır Reis’in Kanuni Sultan Süleyman’a takdim ettiği reisleri arasında yer almıştır. Turgut Reis, Preveze Deniz Savaşı’nda (1538) kumanda ettiği gönüllü levendlerden oluşan ihtiyat filosuyla, savaşın seyrinin Osmanlı donanmasının lehine dönmesine ve zaferin kazanılmasına büyük katkısı olmuştur.
Yılın büyük bölümünü filosuyla Akdeniz’de korsanlık yaparak geçiren büyük denizci 1540’ta Malta’ya bağlı Gozo adasını yağmalamış ve yine aynı sene Korsika’da iken, Preveze’nin mağlup Haçlı Amirali Cenovalı Andrea Doria’nın yeğeni Jan (Gianetino) Doria’nın kumanda ettiği filonun ani baskınına uğrayarak esir düşmüştür. Bir süre forsalık yaptıktan sonra Cenova’da hapsedilmiş, üç yıllık bir esaretten sonra 1544’te, Fransızlara Nice şehrini aldıktan sonra Toulon’da kışlayan Barbaros’un aniden Cenova’yı kuşatması üzerine, esir olduğu Salih Reis ile birlikte kurtarılmıştır (Aziz Samih İlter ve Yılmaz Öztuna bu gelişmelerin 1528-1531 yılları arasında gerçekleştiği fikrindedirler). Bu olayın ardından Barbaros’un ağzından reisin kıymeti “nefsinde bir yarar gazidir” ifadesiyle söze dökülmüş ve yedeğindeki teknesini ona armağan etmiştir.
Daha sonraları Cerbe Adası’nı kendine üs edinen Turgut Reis, Kuzey Afrika’daki İspanyol yayılmacılığına, Orta Akdeniz’deki Haçlı nüfuz ve etkinliği ile Avrupalı korsanlara karşı amansız bir mücadeleye girişmiş, zamanla güney ve orta Tunus’u da ele geçirmiştir. Barbaros’un ölümünden sonra 1547’de kendisine hil’at giydirilerek “Akdeniz levendleri kaptanı” unvanı verilmiş, böylece Akdeniz korsanlarının lideri olma hüviyeti devlet tarafından resmen onaylanmıştır. 1548’de Napoli Körfezi’ne yaptığı akın ve Malta hazinesinin zaptına muvaffak olması, Avrupa’da büyük yankı uyandıran başarılarındandır. 1550 baharında Mehdiye’de İspanyol ve İtalyan donanması ile mücadele ederek şöhretini iyice pekiştirmiştir. Tunus’un ve Cerbe’nin geri alınması için gönderilen Andrea Doria komutasındaki hemen tüm İspanyol ve Haçlı saldırılarını geri püskürtmeyi başarmış, dahası bu çarpışmaların henüz dumanı tüterken İspanya sahillerine seferler düzenlemiş, misillemelerde bulunmuştur. Ancak bu sırada Mehdiye düşmüştür. Tüm bu faaliyetlerinin ardından dikkatlerin üzerinde toplandığı Turgut Reis, Şarlken tarafından ya ele geçirilmek ya da ortadan kaldırılmak üzere tüm Batılı deniz kuvvetlerinin hedefi haline gelmiştir. 1550’de Cerbe’yi kuşatarak Turgut Reis’i gafil avlamak isteyen Haçlı donanmasının amirali Andrea Doria, emrindeki filo ile Cerbe’yi kuşatmış ve böylece Turgut Reis’i eline geçirdiği zannıyla Avrupa’nın çeşitli yerlerinden bu olayı seyretmek için gelenlerin bindirildiği gemileri beklemeye başlamıştır. Doria’nın bu teşebbüsü, tecrübeli reisin Cerbe’nin arka tarafındaki Kantara deresinde yatan gemilerini denize kadar yürüterek Akdeniz’e açılması ve devamında ‘Dragut’un esir edileceği’ sahnenin seyri için gelen içi asilzadelerle dolu gemiyi zapt etmesi
dolayısıyla büyük bir fiyaskoya dönüşmüştür.
Şarlken’in Tunus, Cerbe ve Turgut Reis’e karşı olan teşebbüsleri Osmanlı merkezinin de dikkatini çekmişti. Öyle ki, onun Orta ve Batı Akdeniz’deki faaliyetleri dolayısıyla İspanya’nın denizlerdeki hakimiyet alanı oldukça daralmış, buna karşı Akdeniz’deki Türk nüfuzu ve etkinliği neredeyse İspanya kıyılarına varacak düzeye ulaşmıştı. Bu egemenliğin mimarı olan Turgut Reis de doğal olarak hedef haline gelmişti.
Bir diğer hasmı ise Osmanlı merkezindeydi. Veziriazam Rüstem Paşa’nın Turgut Reis’e olan husumeti, kardeşi olan Sinan Paşa’dan kaynaklanmaktaydı. Sinan Paşa’nın kaptan-ı deryalığı ile veziriazam hem nüfuzunu güçlendirecek, hem de Turgut Reis’in Kaptan Paşa olması durumunda divanda olası bir muhalefetinin ve fevri çıkışlarının önünü alacaktı. Kardeşine rakip gördüğü Reis’i ortadan kaldırabileceği fırsatı da uygun bir bahane ile bulmuştu. Bir Venedik barçasını batırmasının akabinde balyosun sadrazama şikayette bulunması üzerine İstanbul’a çağrılan Reis, hakkında düzenlenen tertibatı haber alması üzerine başkente varmadan geri dönmüş ve sonrasında iki yıl boyunca şehre gitmemiştir. Ancak sultanın Trablusgarp’ı almaya niyetlenmesi üzerine Turgut Reis’e gönderdiği Mushaf-ı Şerif ve altın kılıçla birlikte Reis’i İstanbul’a davet etmiş, böylece gönlü alınarak Trablusgarp üzerine Kaptan-ı Derya Sinan Paşa ile birlikte sefere çıkmıştır. Öncelikle Malta’ya bir sefer düzenlemiş, adaya bağlı olan Gozo adası yağmalandıktan sonra hiç beklenmedik bir şekilde, 1510’dan beri Haçlıların elinde olan Trablusgarp’a ilerlenmiştir. Şarlken’in gönderdiği İspanyol filosunun Malta açıklarında yakalandığı büyük bir fırtına dolayısıyla neredeyse yok olması sayesinde de rahatlıkla karaya ulaşılmış ve böylece Trablus’un fethi gerçekleşmiştir (1551).
Kanuni’nin, Trablusgarp’ın fethi karşılığında vaat ettiği beylerbeyiliğin Sinan Paşa tarafından kendisine değil de Murad Ağa’ya verilmesi üzerine belli bir güceniklik oluşmasına rağmen o, devlet hizmetinden yüz çevirmeyerek ve isyan etmeyerek faaliyetlerine devam etmiştir. Fetihten sonra İstanbul’a dönülmesi hususunda ikna edilen Turgut Reis’e aynı yıl içerisinde, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Karlıili sancakbeyliği verilmiştir. Ayrıca kaptan-ı derya unvanını taşımamak kaydıyla Osmanlı donanmasının komutası da ünlü deniz akıncısına devredilerek maiyyetindeki reislere ise fener taşıma hakkı (deniz subaylığı) ve 70-80’er akçe ulufe bağlanmıştır. Turgut Bey, Trablusgarp Beylerbeyiliği’ni ancak Murad Paşa’nın vefatından sonra 1556’da alabilmiştir. Reis, hakkını aramak için Edirne’ye varmış ve Kanuni’nin sefer için yola koyulacağı sırada sultana yetişerek hakkını istemiştir. Bunun üzerine Rüstem Paşa tarafından kandırıldığını anlayan Sultan Süleyman, Trablusgarp Beylerbeyiliği’ne paşalık rütbesiyle birlikte Turgut Reis’i atayarak hakkını teslim etmiştir. Ancak Kanuni yine de daha önceden niyetlendiği, fakat Rüstem Paşa’nın Turgutça’nın ağzından “Taşrada hâsıl oldum, Dergâh-ı Mu’allâ hidmetin yapamam” şeklindeki yalanla karışık entrikasına takıldıktan sonra kaptan paşalığı Turgut Reis’e verme teşebbüsünü resmiyete geçirmemiştir.
Trablusgarp’ın fethinden sonra Osmanlı sınırları Libya’da Fizan’a kadar genişletilmiş, hatta bugünkü Çad ve Nijer’in sınırları içinde kalan Tuaregler gibi çöl kabilelerinin, dahası Çad Gölü’ne kadar varan alandaki zenci krallıklarının dahi tabiiyetleri sağlanmıştı. Zamanla Tunus şehri dışındaki bütün Tunus’un da fethi sağlanarak Trablusgarp eyaletine bağlanmış, böylece Turgut Paşa bir anlamda hem Trablusgarp’ın hem de Tunus’un genel valisi haline gelmiştir.
Trablusgarp’ın fethinden sonra İstanbul’a dönen Reis, 1552 Ağustos’unda Sinan Paşa ile birlikte Fransa’yı desteklemek üzere Napoli’ye baskında bulunmuş ve ardından Andrea Doria komutasındaki Haçlı filosu Ponza’da tekrar mağlup edilmiştir. Ancak Fransız donanmasının ortada gözükmemesinden ötürü geri dönülmüştür. Ertesi sene 1553’te Korsika, Fransa için ele geçirilmiş, ancak sonra Fransa bu adayı Andrea Doria’nın marifetiyle İspanya’ya geri kaptırmıştır.
Sokollu Mehmed Paşa’nın 1546-1550 ve Sinan Paşa’nın 1550-1554 yıları arasındaki dörder yıllık kaptan-ı deryalıklarından sonra levend reislerinin sevip saygı duydukları Piyale Paşa’nın kaptan paşa olmasıyla Turgut Reis ile ona tabi olan tüm Akdeniz levendleri ve reisleri de uyum içinde çalışıp çarpışacakları bir kaptan-ı deryaya kavuşmuşlardır. 1554’ten itibaren Turgut Reis hemen her sefer mevsiminde Kaptan-ı Derya Piyale Paşa ile birlikte pek çok sefere çıkmıştır. 1554’te Fransa’nın kaybettiği Korsika’nın yeniden alınması için harekete geçilmiş, ancak Fransızlarla ortaya çıkan anlaşmazlıklar üzerine kuşatma kaldırılarak geri dönülmüştür. Fransız askerleri ise kendi başlarına adayı elde edememişlerdir. Aynı yıl Peştiye fethedilmiş, devam eden senelerde 1555’te Reggio-İtalya, 1556’da Oran ve Bicaye ile Batı Akdeniz seferleri, 1557’de Bizerte’nin fethi, 1558’de Balear Adaları seferleri bu iki denizcinin kumandasında gerçekleştirilmiştir. 1560’ta ise Cerbe’yi ele geçirerek ardından Akdeniz’deki Osmanlı egemenliğinin kilit ismi olan Turgut Paşa’yı tarihe gömerek Tunus ve Trablusgarp’ı düşüreceklerini planlayan ve böylece Akdeniz’de İspanyol hakimiyetini sağlamak üzere kendi ‘Preveze’ zaferlerini kazanmak ve süreci tersine çevirmek isteyen Şarlken’in halefi II. Felipe’nin gönderdiği Haçlı donanmasının amirali Gian Andrea Doria, ünlü deniz akıncısının yardımına gelen Piyale Paşa ile Cerbe açıklarında giriştiği savaşta büyük bir bozguna uğratılmıştır. Böylece Preveze’den sonra bir büyük deniz zaferi daha Türk tarihine geçmiş ve Akdeniz’deki Osmanlı egemenliği daha da sağlamlaşmıştır. Bu zaferin kazanılmasına sonradan yetişen Turgutça ise Piyale Paşa ile birlikte, Mart ayında kaybedilmiş olan Cerbe Adası’nı 63 gün süren kuşatma sonrasında 30 Temmuz’da geri almaya muvaffak olmuşlardır.
1565’te Malta seferine katılması için Kanuni’den aldığı emir üzerine Turgut Paşa aynı yılın 2 Haziran’ında, kuşatmanın başlamış olduğu St. Elmo kalesi önündeki Valetta limanına çıkmış, karada kuşatmaya yardım ederken başından ağır yaralanarak 23 Haziran’da 80 yaşında iken şehit olmuştur. Naaşı Trablusgarp’a nakledilerek orada yaptırdığı külliyedeki caminin yanına defnedilmiştir. Turgut Reis böylece, bugün dahi türbesi ile Libya ve Türkiye arasında bir ortak değer niteliği taşımakta, geçmişte her iki ülkenin ortak idealler etrafında omuz omuza
mücadelesinin bir sembolü olarak köprü vazifesini sürdürmektedir.
Denebilir ki Turgut Reis, Oruç ve Hızır Reislerle birlikte Akdeniz’de yükselen Türk egemenliğini akıncılık faaliyetleriyle ve zaferlerle daha da pekiştirmiş, hatta Osmanlı Devleti’nin düşman saydığı bir devletin gemisinin dahi denizlere rahat rahat açılamayacağı şekilde Osmanlı varlığını Batı Akdeniz’e kadar ulaştırmıştır. Onun atak denizciliği, hemen her akın mevsiminde İspanya ve ona bağlı olan Batı İtalyan kıyı ve adalarının savunmalarını güçlendirme zorunluluğunu beraberinde getirmiş, bu da İspanyol ekonomisine çok ciddi bir ağırlık bindirerek ayrıca bir psikolojik harp ve ekonomik olarak yıpratma etkisi meydana getirmiştir. Ayrıca, Gırnata’nın düşmesinden itibaren Orta Akdeniz bölgesinde ve Kuzey Afrika’da İspanyollar lehine görülen İslam topraklarındaki gerilemeyi kesin ve net olarak durdurmuştur. Kuzey Afrika’nın İslam toprakları olarak kalmasını sağlayarak, bu topraklardaki Haçlı varlığını ortadan kaldırmış ve kendi yetiştirdiği ardından gelen denizci nesillerin de gayretiyle Osmanlı hakimiyetinin bu topraklarda yerleşmesinde birinci derecede rol oynamıştır. Bunların yanı sıra, Fas sultanı ile irtibata geçerek onun hesabına da hizmetlerde bulunduğu, daha sonra Osmanlı-Fas arasında kurulacak olan ilişkilerin temelini attığı bilinmektedir.
Turgut Paşa’nın atılgan ve hiçbir işten çekinmeyen, korkusuz ve cesur yapısı ile taktik dehasının bileşimini yüksek gayretiyle harmanlaması, onun diğer levend reislerinin arasında sivrilmesini sağlamıştır. O, kaptan-ı derya unvanını alamamakla birlikte ona donanmanın asıl başkomutanı gibi davranılmıştır. Levend reisleri arasındaki doğal karizması ve liderlik vasfı dolayısıyla o, akıncı yoldaşları tarafından da baş reisleri olarak kabul görmüş ve takip edilmiştir. Liyakati, yetenekleri ve başarıları dolayısıyla Kanuni’nin nezdinde de büyük bir itibara sahip olan ünlü denizci için sultan hemen her deniz seferine çıkılırken, “zinhar Turgut Paşa’nın re’yinden taşra çıkılmaması”nı buyurarak onun itibari olarak Akdeniz’de başkomutan olduğunu takdir etmiş ve fiili olarak onun emir ve tavsiyelerine uyulmasını istemiştir.
Devlet kademesinde ve hiyerarşisinde hak ettiği pozisyonu alamayan Turgut Reis’te her ne kadar bir kırgınlık oluşmuşsa da, onun her ihtiyaç duyulduğunda Osmanlı donanmasına yardıma hazır olması, zihniyetindeki devlet hizmeti telakkisinin ne kadar yüksek, sağlam ve temelli olduğunu göstermesi açısından oldukça anlamlıdır. Devlete karşı sadakat ve fedakarlık erdemleri kendini, Trablusgarp’ın fethinden sonra da açığa çıkarmıştır. Vaat edilen beylerbeyiliğin Turgut Reis’e verilmemesi üzerine, levend yoldaşlarının Sinan Paşa’yı karada bırakarak tabii liderleri olan reislerinin peşine düşmelerinden sonra o bu hareketi tasvip etmeyerek, olası bir isyan emaresinin önüne geçmiş ve böylece bu davranışı ile sabırlı, sebatlı ve fedakar bir devlet adamlığı örneği vermiştir.
Turgut Reis, kişiliği itibariyle mansıb dileyecek bir yapıda değildi. Onun için makam değil hizmet esastı ve hatta rütbeyi dahi daha üstün hizmet verebilmek için, hakkı üzere istemekteydi. Devlet zirvesinin, özellikle de padişahın, onun hizmetlerini ve liyakatini kendiliğinden takdir etmelerini beklemiştir. Bunun içindir ki, pek çok yoldaşı ve yetiştirmesi ondan önce mansıb alarak yükselirken o buna son raddeye kadar ses çıkarmamıştır. Buna karşın, doğru bildiğini mertçe savunan ve kabadayı mizaçlı levendlere has bir üslupla dobra konuşmaktan çekinmeyen mert ve yiğit bir karaktere sahipti. Bundan dolayı da saray protokolünün diplomatik üslubunu, kimi zaman kulis üzerine kurulu, kimi zaman da çıkar hesaplarını ve manevralarını alt üst edebileceğinden çekinilmesinden kaynaklanan sebeplerle yüksek bürokratlar tarafından devlet zirvesine dahil edilmek istenmemiştir. Ünlü reis, bunlara rağmen devlet menfaatlerini gözeterek sabretmesini bilmiş, gayretlerinden geri durmamıştır. Onun devlet çıkarlarını kendisininkinden üstün tutan ulvi bir anlayışla ne kadar olgun bir meşrebe sahip olduğu da, meydana gelmiş olan olaylar karşısındaki tavırları ile ortaya çıkmaktadır.