1- Henüz halledilmeyen bir mesele: kalıntıların muhâfazası
Orkun Türklerini büyük değer taşıyan âbidelerinin bugüne kadar kalmasına şaşmamak kabil değildir. Aynı zamanda, unutmamalıdır ki, modern arkeolojinin şumülü daha çok eski kalıntıları da kaplar. Yine de, şu hususu da göz önünde tutmak gerekir: bahis konusu taş kalıntılarını yalnız asli yerlerinde bulunmakta değil, fakat müsaid olmayan şartlarda muhafaza edilmişlerdir. Müsaid olmayan şartların başında, kalıntıların bulunduğu bölgelerin, siyasi bakımdan , sık sık el değiştirmiş olması keyfiyeti gelir. Mâzinin bugüne kadar devam eden geleneklerinden biri, müstevlilerin, hasım ordularını yenmek ve ahâliyi imhâ etmekle yetinmeyip, mağlubların tarihi mirasını da yok etmek için elden geleni yapmasıdır. Dini ve boylararası husumetlerin de arttırdığı bu şedid âdetler, Orta Asya göçebeleri tarafından umumiyetle tatbik edilirdi. Türkler de bir istisnâ teşkil etmezlerdi. Bu âdetlerin bir neticesi olarak, meskun topluluklar, mâbetleri ve heykelleri ile beraber tahrib edilir, ve harabe haline gelen harb sahalarının üzerini, bir müddet sonra, ot kaplardı.
Mazinin bütün bu yıkıcı olaylarına rağmen, yüzyılımızın ikinci yarısında Moğolistan Halk Cumhuriyetini ziyaret dene seyyah, ekseriya oniki yüzyıl kadar evvel dikilmiş oldukları yerde kalan abidelerin büyük kısmını bugüne kadar görebilir.
Diğer taraftan, bu âbidelerin önemleri ile mütenâsib tarzda el’an muhâfaza altına alınmamış olduğunu, bu konularla alâkadar olmayanlar bile müşahede edebilir. Geçen yüzyılın sonunda ve bu yüzyılın başlarında, W.Radloff, V.Tohmsen ve başka âmiller tarafından âbideler üzerindeki metinler okunup tefsirleri yapılır ve modern Türk filolojisinin temelleri atılırken, her halde, meseleye bir hal çaresi bulmak zarureti kuvvetle hissedilmişti. Beşeriyetin bilgisinin artmasında son derecede yüksek payı olan bu kültür yâdigârlarının en uygun tarzda muhafaza usûlünün, bunların bir müzeye nakilleri olacağı, bekli, o günlerde dahi ümid edilmişti.
Ne yazık ki, bu bölgede hâkim olan çok karışık siyasi şartlar; âlimler tarafından gerekli teşebbüslere geçilmemiş olması keyfiyeti; mâli ve teknik müşkilâtın mevcûdiyeti gibi engeller ile, bu ümid tahakkuk etmedi. Sık, sık muhtelif alimler tarafından tetkiklere esas teşkil etmek üzere, yapılmış olan planlar, el ile çizilmiş veya basma tekniği ile temin edilmiş suretler, fotoğrafiler ve sarie gibi vesikaların, yalnız yeterli miktarda değil, fakat aynı zamanda en yüksek kaliteden bulunmaması, hususunda mütehassıslarca ileri sürülen, şikâyet de yukarda sayılan derdlere ilâve edilebilir.
Bu durum, nihayet müstakil Moğolistan Halk Cumhuriyetinin kuruluşu ile tadil edildi ise de, esas müşkülat, bir dereceye kadar karakterini değiştirmekle beraber edilemedi.
1962 yılının sonbaharında Moğolistan’a ziyaretimizden az sonra bu konudaki mütalâalarımızı neşretmiştik. Bu yazımızda, ancak en önemli noktalara temasla yetineceğiz.
“Runik” yazıları taşıyan dikili taşlar ile, Orkun âbidelerinin diğer parçalarını korumak meselesi, henüz tatminkar bir tarzda halledilemedi. Başlıca problem şöyle hülâsa edilebilir: Dikili taşlar müzeye taşınmalı mı, yoksa bulundukları yerlerde bırakılmalı mı? Bu soruyu cevaplandırmağa ve gerekli projeyi tatbike, en selâhiyetli kimseler, Moğolistanlı âlimlerdir – Arkeologlar, tarihçiler, etnograflar, filologlar – Fakat bunlar, birbirinden farklı hal şekillerine taraftar görünmektedirler. Şöyle ki: Kalıntıların yerlerinde bırakılması lehindeki görüşler, ekserisi gelenek mahiyetindeki şu hususlar ile desteklenmektedir:
- Diki taşlar, yüzyıllar boyunca ayakta kaldı ve parçalanmaları ihtimaline işâret eden herhangi bir tehlikeli durum sezilmemektedir.
- En eski zamanlarda beri, bu taşlar, çevreleri ile bağlı olup, yerli halkın gözünde kudsi mahiyet taşımaktadır.
- Bu eski ve belki de kolay kırılır âbidelerin naklinden doğabilecek neticeleri evvelinden bilmek kabil değildir.
- Dikili taşlar; temelleri, sandûkaları, heykelleri, balbalları ve saire ile birçok metre kare sâha kaplayan mimari külliyelerin birer rüknüdür; binaenaleyh yalnız dikili taşların nakli, kısmi bir hal şekli olur.
- Kalıntıları muhafaza etmek gayretlerinden evvel, iyi plânlanmış arkeolojik kazılar yapılmalıdır, ve bu da, başlı başına ciddi bir mesele teşkil eder.
- Mâzinin kıymet biçilmez bu yâdigarları, önemleri ile mütenasib bir mi’mari çevrede; yani müze gibi tanzim edilmiş sahalarda, hep beraberce teşhir edilmelidir. Böyle bir sâhanın tanzim ve inşasının ne vakit kabil olacağını kestirmek güçtür. Ulan Bator müzesinin taksimatı küçük ve binası da bu maksada yetersizdir.
- Türklerin ve diğer milletlerin eserleri, Moğolistan âlimlerinin araştırma planlarında, muhtemelen,ikinci derecede mevki tutmaktadır ve arkeolog adedinin azlığı dolayısiyle, Moğol devletinin târihi ile ilgili âbidelerden sonra onlara sıra gelecektir.
- Mali güçlükler ve nakliye problemleri durumu daha da zorlaştırmaktadır (âlimlerin emrine kamyonlar, vinçler, traktörler verilmesi icâb edecektir)
Dikil taşların yerlerinden taşınması lehinde, aşağıda sayılacak sebeplerin adedi belli o kadar çok değildir; fakat neticeleri çok önemlidir:
- Âbideler süratle ve daimi surette harab olmaktadır, ve biri (Ongin âbidesi) son seneler çok hasara uğradı.
- Abidelerini, mahalinde korunması için alınan tedbirler (meselâ Çinliler tarafından Kül-tegin abidesi üzerine dam inşası, veya Tonyukuk’un âbidesi etrafında birkaç sene evvel çekilen duvarlar) işe yaramamıştır.
- Günümüzde, dünyanın her tarafındaki ehemmiyetli âbideleri korumak için, muhtelif sahalarda ihtisas sahibii alimlerin işbirliği yaptığı ve umûmiyetle muvaffak olduğu bir sırada; ve bilhassa ecnebi mütehassısların ve Milletlerarası İhtisas Teşkilatlarının yardıma hazır bulunduğu bu devirde, bahis konusu âbidelerin ne için adetâ muhâfazasız bırakıldığını anlamak güçtür.
Tabii, yalnız Moğol âlimleri değil, fakat Türk dilinin konuşulduğu bütün memleketlerdeki ilim ve kültür çevreleri – ki, bunlar için meselenin hissi bir veçhesi de vardır- ve bütün dünya Türkologları bu probleme bir an evvel bir hal şekli bulunmasını sabırsızlıkla beklemektedirler.
2- Taş parçaları üzerindeki tezyinât:
Orkun âbidelerine dair araştırmalarda, bunların san’at bakımından değerlendirilmesi problemleri ile çok az iştigâl edilmiştir. Bu konuya tamamen veya başlıca mevzu olarak hasredilen bir araştırma muhtemelen neşredilmemiştir.
Bu duruma bazı sebepler vardı. Kanaâtımızca, en önemlileri şunlardır: san’at bakımından değerlendirmek için kâfi derecede sarih ölçüler yoktur; mukayese yapmağa elverişli malzeme mevcûd değildir; ecnebi ve bilhassa Çinli tesirlerden âri olarak Türk san’atkârlarının iştirak payının değerlendirilmesinde müşkilât vardır, ve başlıca sebep, âbidelerin san’at bakımından tahlili için ön önemli olan parçalarının kötü durumudur. Bilinmektedir ki, heykellerin en mühim kısımları, meselâ başları, çok eski zamanlarda harâb veya tamamen yok edilmiştir. Fakat şunu da ilâve etmeli ki, bazı mühim parçaları bulmak ümidi vardır: nitekim ahiren yapılan kazılarda böyle olmuştur.
Anılan âbidelerin san’at bakımından tahlili; bunların ne maksatla dikildiğinin; külliyat içinde ne rol oynadıklarının; hayattaki modelleri ne derecede aksettirmeleri istendiğinin; ve neyin timsali olduklarının tarafımızdan bilinmesine bağlıdır; hatta tahlil bu bilgilere göre şekil alacaktır. Hakikatte, bir heykelin kimi veya neyi tasvir ittiğinden kat’iyetle emin olmadan (birçokları hayvan tasvidir), veyâ insan heykellerinin yanınad, üstünde ne gibi şeyler (belki allegorik mahiyette) tasvir edilmiş bulunduğuna göre; âbidelerin san’at kıymetini yukarıdaki görüş noktalarından değerlendirmek hususundaki gayretlerimiz mevsimsiz olabilir.
Bu münasebetle, Ongin âbidesinin (res. I a, 6) heykellerinden birinin yanında bulunan ve, zannımıza göre, henüz ne tarif, ne de mâhiyeti tesbit edilmiş olan bir şeyden bahsetmek isteriz. Oturmuş bir insan heykelinin dizileri arasında tutulan (en sağlam yerinde yüksekliği 32 sm. olan) kab şeklindeki bu eşyanın aşağı kısmı bir çiçek vazosuna veya kovaya benzemektedir.
Orkun âbidelerine âid olan muhtemelen sanduka parçaları teşkil eden, yassı veya tomruk şeklinde kesilmiş taşların üzerindeki çizgi tezyinatın henüz mütehassısların tedkikine arzedilmediğini sanıyoruz. Bunlara bir misâl olara, Ihe Huşotu âbidesi tezyinatından kırılmış bir parçayı zikredebiliriz Tarafımızdan 1962’de alınan bir fotoğraf, kırılmış olan yassı taşın bir parçasını göstermektedir. (res.2) Bu mühim tezyinâtlı taşın ilk alınan resmi W. Kotwicz tarafından neşredilmiştir (res.3) ve bizim fotoğrafımız, bunun birkaç senede nasıl harab olduğunu açıkça göstermektedir. Tezyinât, taşa hakkedilmiş çizgilerin, oyukları oldukça dardı.
Birkaç sene evvel, bu yazının müellifi tarafından Ongin âbideleri arasında bulunan diğer bir oymalı taş da, aynı grup tezyinata dahil görünmektedir. Yassı kesilmiş bir taşın üçgen şeklindeki bu parçasının yalnız bir tarafından tezyinat mevcuddur (res 4). Bu taşın eb’adına (174 sm x 132sm x 16 sm), yassı şekline, vetezyinât tarzına bakılırsa, bir sandukanın yan duvarlarından birinin parçası olduğuna hükmedilebilir. Tezyinât motiflerinden bir parça V.Radloff’un Atlas’ında neşredilmi olmakla beraber bu taş, mütehassısların tedkikinden geçmemiştir.
Tezyinât yıpranmamıştır ve teferruatı açıkça gözükmektedir. Dört köşeli bir çerçeve içinde sitilize çiçek motiflerinden mürekkebtir. Bahis konusu yassı taşın bir tarafının, boydan boya, böyle müzeyyen murabbalara taksim edilmiş olan bir murabba’a ilaveten, en aşağı iki, üç murabba’nın parçaları daha mevcuddur. Yukarda bahsi İhe Huşotu âbidesine kıyasen, bunun tezyinâtında önemli bir fark vardır: kabartmanın çukur kısımlarını çizgiler değil, fakat genişçe satıhlar teşkil etmektedir. Bu ne neticeye, zeminin oyulması ile varılmıştır.
Anılan motifi, Tonyukuk âbidesinin doğu tarafındaki tezyinat ile mukayase etmek ilgi çekicidir. Her iki eserde aynı münhani hat tekniği, ve esas motiflerin çizgiyle çerçevelendiği müşahade edilir. Buna mukabil, Ongin motiflerinde görülen tezyinatın murabbâ’lara taksimi, Tonyukuk tezyinâtında yoktur.
Bu grup arasındaki en eski eserin Ongin âbidesi olduğu fazaziyesini, G. Clauson’un araştırmaları neticesinde yeniden gözden geçirmek icabediyorsa da, muhakkakdır ki burada, çok eski tarihlere giden bir âbide ile karşılaşmış bulunuyoruz ve binaenaleyh, âbidenin parçası olduğundan şüphe edilmeyen yassı taşın tezyinatı da çok eskidir.
Ongin âbidesi tezyinatını yapan san’atkârın kim olduğunu bilmek ilgi çekici olurdu. Bu abidenin inşasında Çinlilerin payı olduğuna dair yazılı veya başka türlü hiçbir delile malik bulunmamamıza rağmen, tezyinatın bir Çin motifi olduğunu, ve muhtemelen de bir Çinli san’atkâr veya küçük san’at ehli tarafından yapıldığını ileri sürebiliriz. Telkinimizi doğrulayacak delilimiz yoktur, fakat bazı hallere işaret edebiliriz. Meselâ, Han devrine aid bir eserin tezyinat, oymak ve aynı zamanda başlıca motifin etrafına çerçeve çizmek hususundaki eski bir Çin tekniğini iyice göstermektedir. Nisbeten yeni bir târihe âid (XVIII. Yüzyıl) olan diğer bir Çin eseri üzerindeki motif, Çinlilerin san’atta gösterdikleri ma’lüm muhafazakârlık muvâcehesinde, belki Ongin tezyinâtına tam bir paralel teşkil eder. Çok mümkündür ki, daha yakın ve uygun paraleller, bilhassa T’ang devrinde bulunabilir.
Yazımıza nihayet vermeden evvel, son zamanlarda J.Schubert tarafından bulunan Orkun Türklerine âid, henüz bilinmeyen eserlere dikkati çekmek isteriz.
Herlen nehri yakınlarında, Zagaan Ereg mevkiinde, evvelce bilinmeyen eski bir Türk mezarındaki sandûkaya âid iki yassı taş vardır. Biri granit’den, diğeri quartzite’den mâmûldür, ve her ikisi de tezyinâtlıdır. “Netzwerk” yâni “ağ tarzında” yapılmış tezyinât, J.Schubert’e nazaran, medfunûn mümtaz bir şahsiyet olduğuna işaret etmektedir. Bu tezyinâtın, Tonyukuk âbidesi tezyinâtına benzediği muhtemeldir.
J.Schurbert tarafından Örgen Us’a, Herlen nehrinin büyük bir dirsek teşkil ettiği yerde bulunan eski Türk mezarını örten taşın tezyinat başka bir tarzda olsa gerekdir (helezon veya baklava motifleri).
Toono Uul’un birkaç kilometre doğusunda, Gü Bürd gölü civarındaki eski Türk eserleri üzerinde de tezyinât vardır. Muhtemelen önemli olan bu malzemenin fotoğrafileri neşredildiği için, tahlilleri kabil olmamıştır.
Bu münasebetle, eski Türk san’atkârlarının taş heykelleri boyamaları meselesi üzerinde kâfi derecede durulmadığına dikkati çekmek isteriz. Filhakika, Orkun Türklerinin renk zevklerine dair âdetâ hiçbir şey bilmiyoruz. Buna sebeb, kısmen, elimize geçen bütün resimlerin siyah-beyaz olması keyfiyetidir. Diğer taraftan, meselâ şunu biliyoruz:
Holtu Temir’deki büyük taşın üzerinde bulunan yazılar renkli idi (kırmızı ve kara)
Bu hususta, Ulan Bator Milli Müzesinde teşhir edilmekte olan, Zhamtzarano tarafından bulunmuş heykel başına dikkati çekmek gerekir (Res.7). Bu heykelin yüzünde, bazı kısımlar (gözler, burun, bıyık, ağız ve kulaklar) sarı ve kahverengi boya ile tebarüz ettirilmiştir. Müzeyi ziyaretinde, bu boyaların aslen mevcud olup olmadığını sormak fırsatını bulamadım. Heykelin bulunuşundan sonra sürülmüş olması mümkündür. Filhakika H.N. Orkun tarafından neşredilen fotoğrafide (Eski Türk Yazıtları, sahife 167) renk bulunduğu görülmemektedir.
Kaynak:
Edward Tryjarskı, Türk Kültürü El Kitabı Cilt II Kısım: Ia (Orkun Türklerinin Âbidelerine Dair Düşünceler) S.:29-33