Vatandaşlarıma niçin Türkler’i sevdiğimi ve niçin onun düşmanlarından nefret ettiğimi izah etsem mi dersiniz? Bütün“ Fransa’ya “Loti” gibi, “Edward Herbert” gibi, “Paul du Cassagnac” gibi, ve daha birçokları gibi, birbirlerinden bu derece muhtelif zevatın bir noktada ittihat ile yek-avaz olarak: “Türk mağlubiyeti, Fransız mağlubiyeti demektir. Yunan muzafferiyeti, medeniyet için geri atılan bir adımdır.” demelerinin esbabını söylesem mi? Evet bunları izahı bir tecrübe etsem mi? Olmaz mı acaba?
Niçin olmasın? Filhakika Fransa’da umumiyetle herkesin coğrafya hususundaki malümatının kıtlığı bu vazifenin ifasını güçleştirir. Fakat bahusus bu defa olduğu gibi efkârı umumiyeyi Fransa’nın en bariz menafii aleyhine sevk edebilecek bir mesele olursa onun önüne geçmeye çalışmak en büyük bir vazife olmaz mı? ille olmazsa onun için bu tecrübeyi yapalım.
Bundan sekiz sene evve tam 3 teşrinievvel 1913’te Balkan muharebesinin ilanında on beş gün kadar mukaddem, “Intrensigent gazetesine yazdığım bir makalenin sonunda: “Hazırlanan bu haksız mücadelede, kuvvetli tarafı değil, zayıf tarafı, istilâ edeni değil, istila edileni, Hıristiyan’ı değil. Müslüman’ı iltizam edeceğim, o bana daha sevimli görünüm demiştim.
Bu satırları neşrettikten sonra aldığım kâğıtlarda hakkımda her türlü elfaz istimal olunuyordu. Bir sabah gazetesi vatansız bir Yahudi olduğumu, bir İtalyan gazetesi de Fransız’lıkla alâkam bulunmadığını ilân etti. Hakikati görmeyen gözler, hakikati görmemi çekemediler. Bunlar ne taaccübümü mucip oldu, ne de teessüfümü. Beni şaşırtan şey, o gazetenin samimî bazı karilerinden aldığım mektuplar oldu. Bunlarda ne hakaret vardı, ne de tehdit. Hepsi vatanını seven bir Fransız zabiti olduğumu bildikleri için beni “zavallı Hıristiyanlar’a» karşı Türkler’i müdafaa etmekle muatep tutuyorlardı.
Hâlâ medenîler yerine barbarların tarafını iltizam ettiğimi söyleyecekler vardır. Hakikat bâtıl fikirleri yenemez. Onun için iptida buna cevap vereyim.
Türkler’i sevip Türk’ün düşmanlarını, sevmeyişim iki sebebe müstenittir. Türkler’e karşı temayülümü gösteren bu iki sebebin biri maddî, diğeri manevîdir. Maddî sebepleri 1903’ten 1921’e kadar birçok gazetelerde, risalelerde, mecmualarda uzun uzadıya yazdığım halde tekrar edeceğim. Şark meselesini hakkıyla anlayabilmek için bunu bilmek elzemdir: Şarktaki Fransız menfaatleri Türk menfaatlerine ayrılmaz derecede sıkı sıkıya bağlıdır. Öyle ki, Türkiye’nin her kaybettiği şey, aynı zamanda Fransa için kayıp olmuş demektir. Bulgarlar’ın, Sırplar’ın, Rumlar’ın ilerlemesi, Fransızlar’ın gerilemesine bağlıdır. Bu kadar basit bir hakikatten şüphe etmek için insan Şark toprağına ayak basmamış olmak icap eder. Türkiye’nin hali hazırını düşünelim: 1914′ te Türkler Almanlar’la beraber harp ettiler. Türkler de Slav düşmanları arasında Avusturya ve Almanya’da himaye aramak mecburiyetinde kaldılar.
Kabahat kimde? Türkler’de mi? Onlar hâlâ lisanımızı kendi lisanları derecesinde tutuyorlar, ona yarı resmiyet bahşediyorlar, mekteplerimiz Türkiye’nin her tarafında lisanımızın neşrine alışıyorlar, bizi “Bir’inci François” dan “Üçüncü Napoleon” a kadar kendileriyle daima dost geçinen bir millet gibi telâkki eyliyorlar. Halen Anadolu’nun en ücra köylerine kadar her kime olursa olsun, Fransız ve Katolik olduğunuzu söylerseniz. son derece hüsnü kabul görürsünüz. Diğer milletler efradı, diğer din salikleri için hiç de böyle değildir. Şahsiyetimizin ve medeniyetimizin naşirleri olan misyonerlere sorunuz. Hepsi Türk’ü Müslüman’ı methederer.
Gerek istanbul’da. gerek Anadolu’da millî bayramımız olan on dört temmuzda olduğu gibi dini yortularımızın kâffesinde Türk askerleri âyinlerimizin intizam dahilinde cereyanı için tüfekleri ucunda parlayan kasaturalanyla merasime iştirak ederler.
Türk bayrağının hâlâ dalgalandığı rnahallerde bu gibi şeyler bu suretle cereyan eder. Onun artık dalgalanmadığı şehirlerde ise iş değişir. Bulgarlar, Sırplar ve bahusus Rumlar pek yamandırlar. Mazide bulunabilecek birçok misaller-î bertaraf ederek harb-i umumi devresine, Yunanlar’ın bizi aldatarak askerlerimizi öldürdüklerine gelelim. Takriben gene aynı tarihte Bulgarlar’ın hücumu başlar.
Türkler biraz evvel de söylediğimiz gibi Almanlar’la harbe iştirake muztar kaldılar. Fakat hiç bir Türk, gönüllü olarak Fransa aleyhine silâh istimal etmedi. Halbuki birçok Bulgarlar, kraliyet’ taraftarı Yunanlılar bize karşı harbe iştirak için birbirleriyle yarışa çıktılar.
Muhakeme eden bir Fransız’ın, Türk’ ve Fransız menafiinin bir olması itibariyle Türk taraftan olması lâzım geldiğini gördük. Her Fransız “Türkler’de vicdan bulunur mu?” gibi cehaleti gösteren itikadım bertaraf etmelidir. Evet Türkler’de vicdan vardır. Hem de Hıristiyanlardan ziyade vardır. Buraya hususî bazı şeyler kaydetmekliğime müsaade edilsin. Mümkün olduğu kadar muhtasar söylemeye çalışacağım. Yalnız sözlerimin, başımdan geçen vakaya müstenit olduğunu ve muhayyilemden hiç bir şey ilâve etmediğimi kaydetmek isterim. Bildiklerimi kitaplardan öğrenmedim. Balkanlar’da acele acele seyahat ettim. Memleketin her köşesine girdim, çıktım. Prenslerden tutun da köylülere, ameleye, çobanlara varıncaya kadar görüştüm. Her tarafta kendime ahbaplar buldum. Herkes benim gazeteci değil bir asker olduğumu öğrenir öğrenmez serbestçe konuştu. Edirne’de bir küçük Sırplı kızdan üç ay evvel padişahlarının katli için hazırlık yapıldığını işittim. Tekrar edeyim 1915‘ te silahsız askerlerimizi katleden onlar değil miydi? Bütün bunlara hal-i harp sebebiyet verdi diyelim. Acının bildiği, yaptığı bir tarzda harp yapmak değil ama geçelim… Ya sulh anında neler yapılıyordu? Birçok yerlerde Ermeni ve Rum sarraflarlarını, hatta Garplı sarrafları işi başında gördüm. Allah için büyük ihtirasla çalışıyorlardı. Söylediklerim bildiğim şeyler, bildiğim çözdüğüm şeylerden ibarettir ve belki pek az kimseler benim kadar yakından görmüşlerdir. Sözüme itimad ediniz. Size yemin ederim 1902’de ilk defa olarak Fransa’yı terk ile Şark’a müteveccih olduğum zaman efkar-ı umumiyenin feryadı, bütün Fransızlar gibi ben de bir Türk düşmanı idim. Halbuki 1904′ te Türkiye’yi terk ettiğim zaman, tepemden tırnağıma kadar bir Türk dostu kesilmiştim.
TÜRKLERİ TANIYAN HERKES ONLARI SEVER
İşte tam on yedi sene oluyor. Hâlâ fikrimi değiştirmedim. Bütün arkadaşlarım, Sarkta yaşayan bütün Fransız zabitanı, eminim, Fransa’yı Türk aleyhtarı olarak terk etmişler, fakat avdette Türk taraftarı olarak avdet edeceklerdir. Bunun bilâistisna böyle olduğuna kaniim. Niçin mi? Onlar da benim gibi birçok şeyler gördükleri, birçok şeyler öğrendikleri için. Hepsi artık öğrendiler. Şarka ait meselelerde hak daima Türkler tarafındadır, düşmanları tarafında değildir. Her taraftan hücuma maruz kalan Türk’ün hakkını müdafaa için bir gazetesi bile yoktur. Türkler esasen haklarında söylenen bu gibi sözlere cevap vermeye tenezzül etmezler, daima salim, süküneti sever ve daima zayıfların tarafını iltizam ederler. Şark’ta hiç bir hayvan, insandan ürkmez, zira kimsenin fenalık yapmayacağına emindirler.
Sözlerime edilen itirazları duyuyorum: Türkler bu kadar halim ve sakin iseler, niçin çok kıtale sebebiyet verdiler? Cevap vereceğim. Bahusus bu meselede hiç bir ciheti müphem bırakmak istemem. İşin iptidasından başlayalım:
Birkaç defa böyle kıtallerin olduğu ve Türkler’in düşmanlarını öldürdükleri doğrudur. Yalnız ne şerait dahilinde olduğunu tetkik edelim. Her halde daima bunlara hariçten sebebiyet verildiği ve evvelâ birçok Türkler’in, Müslümanlar’ın katledildikleri, soyuldukları, aç bırakıldıkları için olduğu muhakkaktır. Meselâ Türkler vaktiyle Makedonya’da bir müddet Bulgarlar’ı katlettiler. Fakat, ona da sebebiyet veren Türkler’i hiç rahat bırakmayan Bulgar komitacıları idi. Türkler’e fenalık yapa yapa onlarda ne sabır, ne takat bırakmışlardı. Türk köylüsünün ne kadar halim ve sakin olduğu herkesçe malümdur. Bulgalar’ın ise ne kadar garazkâr ve haşin oldukları da malümdur. Ben Selânik’te gayet bitaraf Museviler tarafından yapılmış bir liste gördüm. Bu liste, Bulgar komitacılarının katlettikleri Müslümanlar’a ait idi. Yalnız Slavlar’ın namına yüz karası olan bu listeleri, Rus gazetecileri tarafından örtbas edildi. Hele Ermeniler’i hiç sormayınız. Türkler onları katlettikleri zaman belki onlar bir Türk katletmemişler, fakat bin Türk katletmiş gibi fenalık yapmışlardı. Bu eshabı onlan mazur göstermek için değil, bu hareketi yapmaktaki mazeretlerini meydana çıkarmak için zikrediyorum. Açlık, sefalet daima insanlara fena fikirler verir. Bir adam, ailesi zaruretten inlerken, her şeyi yapmaya kendinde kabiliyet hisseder. Bu fiil, katlin fenalığını tadil etmez, fakat fiil katil kadar elim fenalıkların mevcut olduğunu gösterir. Murabaha ile dört buçuk para borç verdim diye bir ailenin elindekini, avucundakini, sırtındakini almaya kalkan, onları karda, kışta, soğukta. aç, çıplak ve yiyeceksiz bırakan, bilmem nasıl mücazata müstahaktır. Bunları ben gözlerimle gördüm.
Fazla tafsilâta lüzum yok. Sözlerimin hakikatine kani olanlar çoktan olmuşlar’dır. Garp’ta münteşir yalan havadislere inanmayalım. Onları Garb’a işittiren hep Bulgarlar, Sırplar, Rumlar’dır. Onların yalanlarını sayfalarına geçiren gazeteler vardır. Bu havadisleri herkese telkin etmenin yolunu bilirler. Halbuki Türkler daima süküt ederler. Dünya onlara nasıl hak verir. Garb’a gelen sesler daima bir ciheti iltizam eden seslerdir. Onun için ben hiç olmazsa bir defacık, bir Fransız’m sesini işittirmek istedim. Öyle bir ses ki. Türk sesinin aks-i sadası olsun.