Osmanlı Devleti’nde Tanzimat Dönemiyle birlikte kadınların toplum içindeki statüleri sorgulanmaya başlanmıştır. Eğitim hayatından mahrum bırakılan kadınlar ile toplumun geri kalmışlığı arasında bir ilişkilendirme yapılarak gelecek nesilleri yetiştirecek olan kadınların hak ettiği itibarı alması için mücadele başlatılmıştır. Kadınların erkeklerle eşit yaşam seviyesine ulaşması adına daha çok basın yoluyla yürütülen mücadele II. Meşrutiyet yıllarında da devam ettirilmiştir. Cumhuriyet’in ilanı ile konunun zaman zaman meclis gündemine taşındığı görülmüş olmakla beraber 1927 yılı seçimleri öncesinde Kadın Birliği’nin seçimlere iştirak etme düşüncesini paylaşması tartışmayı çok daha alevlendirmiştir. O gün için anayasada ve seçim kanununda değişiklik yapılması gerektiği ve bunun için de geç kalındığı belirtilerek konuya açıklık getirilmişsede gerçekte bu hakların verilmeye başlanması için en doğru zaman olarak 1930 yılının uygun görüldüğü anlaşılmaktadır.
1930 yılında kadınlara belediye seçimlerine katılma hakkı, 1933 yılında muhtar seçme ve seçilme, 1934 yılında da milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Türk kadınına verilen bu hakların zamanlamasına ilişkin farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan ilkine göre söz konusu haklar, tek parti diktatoryasına dönüşen Almanya örneği karşısında Türkiye’nin demokrasi yolunda ilerlediğine kanıt olarak gösterilmek için verilmiştir.
İkinci görüşe göre; bu haklar Kemalist reformların devamlılığını teşkil etmektedir. Üçüncü görüşe göre ise bu haklar parti-devlet bütünleşmesi çerçevesi içinde kadın nüfusun ulusal siyasete dahil edilmesi anlayışı içinde verilmiştir.
Basında yer alan yazı ve haberlerde bu hakların veriliş nedeninden ziyade Türk kadınlığı için önemine vurgu yapılmıştır. Ayrıca diğer ülkelerdeki kadınlara siyasi hakların veriliş süreci ile karşılaştırma yapılarak Türk kadınının söz konusu hakları çok kısa zaman içinde almış olduğuna işaret edilmiş ve daha ziyade Türk kadınının bundan duyduğu memnuniyete değinilmiştir. Zira kazanılan siyasi haklar üzerine Türk kadını büyük sevinç yaşamıştır. 1930 ve 1933 yıllarında İstanbul’da Kadın Birliği önderliğinde iki büyük miting düzenlenmiştir. Ankara, İzmir, Adana gibi büyük şehirlerde halkevlerinde yapılan toplantılarda kadınlar, siyasi hakları kazanmanın mutluluğunu söylemleriyle olduğu kadar Atatürk’e ve TBMM’ye çektikleri teşekkür telgraflarıyla da göstermeye çalışmışlardır. Yurdun dört bir tarafında âdeta bir bayram havası yaşanmıştır. Tüm bu gelişmeler aslında Türk kadınının, verilen hakları fazlasıyla sahiplendiğini göstermesi açısında önemlidir. Bu süreçte kadınların milletvekilliği hakkını kazanmasına ilişkin çeşitli yorumlar da basına yansımıştır. Çoğunluk Türk kadınının bu görevi layıkıyla yerine getireceğine şüphesiz inanmakta ise de farklı düşünenlerde yok değildir. Bunlardan bazıları Türk kadınının erkeğine mahkum olduğunu söyleyerek verilen haklara karşı çıkarken bazıları da bu hakların kadını erkekleştireceğini söyleyerek olumsuz görüş bildirmiştir. Kadın milletvekillerinin daha çok şefkatli kanunlar çıkarmak hususunda rolleri olacağını söyleyenler ise kadının meclisteki rolünü bir nevi sınırlandırmıştır. Bu tartışmalar arasında yapılan seçimlerde 18 milletvekili kadının mecliste yerini alması hem Türk kadınının hak ettiği itibarı kazanması adına, hem de Türk kadınına bakış açısının değişmesi adına oldukça çarpıcı bir gelişme olarak tarihteki yerini almıştır. Ne var ki, Türkiye adına çok önemli olan bu tarihi gelişme aynı heyecan ve başarı ile günümüze dek sürdürülememiştir. Oysaki Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildiği tarihte, henüz pek çok dünya devletindeki kadınların bu haklara sahip olmadığı bilinmektedir. Bu nedenle Türkiye’de kadının siyasete katılımı noktasında günümüzdeki beklentilerin yüksek olması çok şaşırtıcı olmasa gerektir.
Kaynak:
Yrd. Doç. Dr. Sevilay Özer, Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesinin Türk kamuoyundaki yankıları, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Yıl 2013, Cilt 29 , Sayı 85, s. 159-160