İnsanlık, bugün ulaştığı mesafeyi, düşünce ve duygularını gelecek üzerine kurmuş ve yaşamlarını bu amaca adamış düşün adamlarına borçludur. Geçmişe takılıp kalanlar ise, hem düşün adamlarının zorluklarını oluşturmuşlar hem de uygarlıkta alınan mesafeyi azaltmışlardır. İnsanlığın ve özellikle geri bıraktırılmış ülke halklarının çektikleri, çekmeye devam edecekleri her türlü acının nedeni bu tür anlayış sahipleridir. XXI. yüzyıla girdiğimiz bu günlerde İslâm ülkeleri halklarının geri kalmışlıkta başı çekmeleri nedendir? sorusunun yanıtı üzerinde daha fazla düşünmelidir.
İslâm halklarının kurtuluş sırrının yukarıdaki sorunun yanıtında saklı olduğuna inanan Atatürk düşünen, sorgulayan, gelişim ve değişimin peşinde koşan insanları yaşamı boyunca desteklemiş ve onlara sonsuz bir saygı duymuştur. Çıkarlarını kaybetmek endişesiyle her türlü değişime karşı çıkan bencil ikiyüzlülerin ise daima karşısında olmuştur. Kendi çıkarları için halkça yüce kabul edilen dinî ve manevî değerleri istismar edenlerin verebilecekleri zararlar hususunda halkı uyarmıştır. Hatta uyarmakla kalmamış yaptığı devrimlerle buna engel olmaya çalışmıştır.
Değişimin dışında her şeyin değiştiği bu evrende Atatürk’ün aşağıdaki sözleri belki de değişmeyen tek hakikat olarak kalacaktır. Bu anlamda bu sözler Türk ulusu için hem bir uyarı hem yarını kurmak ve yaratmak hususunda de bir ölçüttür. Bu konudaki sorumluluktan Türk ulusunun hiçbir ferdinin kaçma hakkı yoktur:
“Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alâkasız yaşayamayız. Aksine yükselmiş, ilerlemiş, medenî bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.”
“Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler, hayatı, akla ve gerçeklere uygun olarak göremez. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkûmdur.”
“Ben, manevî miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz (ödün) vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur.
Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilim rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.”[1]
[1] Atatürkçülük (Birinci Kitap); Gnkur. ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1983, s. 283-289