0

Kögmen dağlarından Güney-Batıya doğru, İç Asyanın en yüksek zir­veleri olan Batı Altay, Tarbagatay, T ’ien-shan ve Ala-tağ silsileleri bir­birini takibederek ve bazen birbirine muvazi olarak, Isık-köl’e kadar uzanmakdadır. Kuş uçuşu ile 1500-2000 km giden bu dağ silsilelerinin kuzey etekleri boyunca (42° 50′ D – 52° 50′ K ile 55°K – 85°D arasında), vâsi yaylalar ve bozkırlar uzanmaktadır. Bu bölgede de, târihî devirde Türk olarak bilinen boyların yaşadığını kaydetmiştik : Uygurlar M.Ö. 176 ve 43 sıralarında Isık-köl’ün kuzeyinde ve belki ila vâdîsinden, Tar­bagatay ve Altay dağlarına uzanan bölgede bulunuyorlardı. Mîlâddan önceki yüzyıllarda Kırgızların bir merkezi olan Talâs ırmağı vâdîsi ise, Isık-köl’ün ancak 200 km kadar batısmdadır. Zülkarneyn devrinde Türklerin vatanı olarak Kâşğarî’nin bildirdiği Şu (Çu) ırmağı, Isık-köl’e ak­maktadır. Isık-köl’un doğusundan geçen Ha ırmağı, Kuzey-batıya doğru, (45°K ve 75°D ), «Tering-köl» e (Balkaş) akar. Bu bölge Mîlâddan önce Kagnılı boyların, Uygurların, Kırgızların Kuzey ve Batı kollarının buluş­tuğu yerlerdir. Kazak âlimleri vatanlarının kadîm târihini şöyle çizmektedir:

M.Ö. VL-IH. yüzyıllarda, bu bölgede bulunan İç Asya göçebeleri, kadîm müelliflerin «Sakai» dediği, hüviyeti mübhem göçe­beler olsa gerek (M. VI. yüzyılda Türklerin de «Sakai» dan sayıldığı III. bölümde görülmektedir), ila ve Sır-deryâ kıyılarında yapılan araştırma­larda «Sakai» denen bu ırkın, sanıldığı gibi europeoid değil, kısmen mongoloid oldukları anlaşılmıştır. Bu araştırmaları Ila vâdîsinde sürdüren Akışev, Persepolis taş kabartmalarındaki «Sakai» tasvirlerinin, açıkça mongoloid olduğuna da dikkati çekdi. Hüvviyeti mübhem kalan bu boy­lara, «Sakai» adı kadîm müelliflerin verdiği bir isimden ibaret sayılmakdadır. Hüvviyeti mübhem bu «Sakai» arasında Mılâddan önceki binyılda Türklerin bulunması hakkındaki görüşleri Sır-deryâ «Sakai» boyları münâsebetile anlatacağız. M.Ö. III. yüzyılda, yine hüvviyeti meçhûl, fakat erken Türklerden olmaları imkânı üzerinde durulan kavmler bu illerde belirdi. Bunlar, Çinlilerin «K ’ang-kü» ve «Wu-sun» dediği boylardı. «Wu-sun» 1ar, rivayete göre sarışın, yeşil gözlü bir kavm idi. Fakat antropo-ojik araştırmalar, «K’ang-kü» ve «Wu-sun» lara atfedilen mezarlarda da karışık ırkda, muhtelif nisbetlerde yarı-mongoloid, yarı-europeoidlerin yattığını gösterdi. Üstelik bu illerde Esik yazısına mümasil, Kök-Türk harflerinin eski bir şekline benzer harflerle yazılmış yazılar da bulundu ve Kazak âlimlerince «K ’ang-kü» ile «Wu-sun» boylarına atfedildi. Üze­rinde Alaşan Kağan adı okunabilen ve «Wu-sun» damgası bulunan böyle taşlardan birinde mongoloid veçheli bir baş, Sibirya üslûbunda, tasvîr edilmişti. Bu münâsebetle Kök-Türk Kağan soyunun, «A-shi-na» adı ve «böri» (kurt) ongunları bakımından, «Wu-sun» lardan olduğu hakkındaki Zuev’in tasavvurunu hatırlatalım. Çin kaynaklarına göre «Wu-sun» 1ar Isık-köl’ün güneyinde bulunuyorlardı. Yukarıda da işâret edildiği gibi, Mîlâddan önceki yüzyıllarda «Wu-sun» ların kuzeyinde Uygurlar ve ba­tısında Kırgızlar yaşıyordu. Daha sonra, M. VI. yüzyılda Tarbagatay dağ­larında Kagnılı boylarını bulacağız. Demekki bütün bu bölgede târihî de­virlerde Türk olarak ortaya çıkan boylar da mevcûddu. O halde, söz ko­nusu illerdeki «Sakai», «K ’ang-kü» ve «Wusun» lara atfedilen mezar­ların yarı-mongoloid sâhibleri, europeoid sayılan «Sakai» ve «Wu-sun»lar değilse ve yarı-mongoloid kavmler arasında aranması gerekiyorsa bu mezarların sâhibleri olarak, Türkler de hatıra gelebilir. Söz konusu mezarlarda bulunan eserler Türklere de âid olabilir. Üç ayaklı kazanlar ve mangallar, Kâşğarî’nin tarîf ettiği «köçürme oçok» dan (taşınan ocak) başka değildi. Kazakistanda da, Mîlâddan önce, otağ şeklinde, taşdan ve ağaçdan meskenler bulundu.

Sanat eserlerinin konuları bakımından, «Sakai» ile «Wu-sun» lara atfedilen mezarlarda çıkan dağ keçisi ongununun Kök-Türk Kağan, so­yunun damgasında bulunduğu bilinmektedir (lev. X X X IX /4 2 ). Kazakis­tan mezarlarında çıkan eserler konu açısından, bazen Hunlara ve böylece onlarla aynı soydan sayılan Türklere bağlanmıştır. Karğalık’da bir yarı-mongoloid kadının mezarında, Taoist konular tasvîr eden bir murassa altın tâc bulundu (lev. IÜ /c ). Taoist efsânenin mevzuu kutlu rûhların, hakimlerin ve hakîm hükümdârların yaşadığı, veya ziyâret ettiği, gök kapısı sayılan dağ idi. Taoist kutlu dağ efsânesi M.Ö. IV. yüzyıllardan beri bilinmektedir ve bu efsâneyi Hind mitolojisinde dünyânın merkezin­ de bulunan atlın dağ (Sumeru) ile ilgili görenler vardır. Türklerde de, Kök-Türk devrinde, en büyük Türk hükümdârının merkezine altın dağ dendiğini Üçüncü bölümde göreceğiz. Demekki İç Asyada çok yaygın bir kosmik dağ menkıbesi mevcûddu. Taoist efsânede, kutlu dağda,’ birbiri ile cinsleri karışmış efsânevî kanatlı ve alacalı, olmakla tebârüz eden hayvanlar bulunmakta idi. Kanatlı gök ejderi (türkçe «kök-luu»), ejder-atlar, ejder-parslar, yırtıcı kuşlar, dağ keçisi ile geyik (Türkçe «sıgun-kiyik») fasilesinden gerçek hayvanlar ve efsanevî, tek boynuzlu ch’i-lin (Türkçe kelen) gibi. Geyik fasilesinden hayvanlar ve Taoist hakimler, se-mâvî dağda biten ölümsüzlük otunu (Türkçe sıgun otı), veya şeftali, elma veya nar gibi bir ağacın yemişini yiyerek, ölümsüz ve ölümsüzlük timsâli olmakta idiler. Kargalık tâcmda (lev. III/c) tasvir edilen Taoist menkı­beler sebebi ile Werner bu tâcı Çin eseri sanmışdı. Ancak, renkli taşlarla murassa bu altın işçiliğinin Tagar-devrinden beri (bkz. lev. IlI/b ) İç Asya göçebelerince yapıldığı anlaşıldı. O halde Taosit konular nereden geliyor­du? Bernştam, Kargalık mezarında yatan kadının yarı-mongoloid oldu­ğuna dayanarak bu mezarı Türklerle eş tuttuğu Hunlara atfetti. Ölüm­ süzlük otunu yiyen «sıgun-kiyik» konusu Sibiryada bulunmuş ve Tagar çevresine atfedilen bir murassa altın tokada da mevcûd gözükmektedir (lev. ü / b ) . Ayrıca söz konusu Taoist masalların Çin sınırlarındaki en ka­dîm göçebelerden «Jung» 1ar ile de ilgili olduğunu ve M. IV-VI. yüzyıl­larda Türklerin Ala-tağ ve ormanlı dağ (yış) efsânelerinde de yaşadı­ğını göreceğiz. Esâsen Çin sınırındaki kadîm göçebeler ve Türkler Taoist kültür çerçevesi içinde bulunuyorlardı. Ala-dağ, «yış», efsânevî hayvan­lar, ve geyik-dağ keçisi, eski türkçe tabîri ile «sıgun-kiyik» fasilesi ile ilgili sanat eserleri (lev. L /a ) ve efsâneler, Türk kültüründe, «üâkânî» devrinden sanılan Er-töştük gibi destanlara kadar, tekerrür edecekti.

Batı Türkistandaki Ala-tağ silsilelerinin ormanlı zirvelerinden, ku­zeye, Alma-ata’nın (43°19′ K, 77°D) 50 km doğusuna akan Esik çayı kı­yısındaki mezai’i bulan Akışev, bu mezarın mensûb bulunduğu kültür çev­resini şöyle çizmiştir: Esik mezarı Ala-tağ silsilelerinin kuzey yamaç­larından ila vâdîsine (40°-45°K, 75°-80°D) akan bütün «Sakâi» devri mezarlar, ve Altun-yış dağlarındaki (50°K, 85°-90°D) Pazırık (bkz. Böl. 1/2) devri mezarlar ile, ırk ve kültür bakımından, müşterek hususiyetler göstermektedir. Esik mezarında yatan cesed ile Ala-tağın kuzey yamaçlarında, ila vâdîsinde ve Altun-yış mezarlarında yatanlar aynı ırk ve kül­türe mensûb idiler. Pazırık devri Altay mezarlarındaki kısmen europeoid, kısmen mongoloid ırkın Türkler ile eş ırkdan olduğu neticesine varıldı­ğını yukarıda kaydettiğimize göre, Esik mezarlığında ve diğer «Sakai» devri mezarlarındaki medfûn olanlar için de mümâsil neticelere varmak­tayız. Bilhassa ki M.Ö. IV. yüzyıllardan sanılan Esik mezarında, gümüş bir kap içinde, Kök-Türk harflerinin arkaik şekli olduğu sanılan harfler ile yazılmış ve Kazak âlimlerine göre, iki harfi yalnız Türkçede olan bir yazı bulundu. Bu çok önemli buluş, Kök-Türk yazısının Mîlâddan önce, belki Aristov, N. Orkun ile Kisilev’in sandıkları gibi, damgalardan ge­ lişerek, teşekkül ettiğini gösterebilir.

Esik- çayı kenarında bir hükümdâr âilesi mezarlığı bulunduğu anlaşılmışdır. En büyüğü olduğu sanılan merkezî mezar, yağmalanmış olduğu için, arkeolojik araştırma hiç bir netîce vermemiştir. Güneydeki mezar ise dokunulmamış vaziyette bulundu. Esik mezarlarının güney bölümün­de, onaltı yaşlarında bir genç yatıyordu. Kıyâfeti, Taştık resimlerinde görülen (lev. IV /b ) kısa kaftan ve çakşırdan ibâretti (lev. X ü /a ) . Ancak, kaftanın üstüne ve çakşırın baldır ve ayak kısmına, altından bir zırh ve çizme geçirilmiş gibi idi. Bu zırh ve çizme, üçgen ve dörtgen şeklinde altın varakdan ve som altından küçük levhaların yan-yana dikilmesinden te­şekkül ediyordu. Genç alpin başındaki çok yüksek ve sivri börk de altın süslemeler ile kaplı idi (lev. X ü /a ). Börkün alın hizâsındaki kısmına er­ken Altay mezarındaki keçeden örtüye tasvir edilmiş mabûde’ninkine (lev. V H I/b) mümâsil şekilde, bir tâc geçirilmişti (lev. X ü /a ) . Börkün motifleri, aynı çevredeki mezarlardan, Kargalık mezarındaki tâcda bulu­nan dağ ve efsânevî hayvanlar konusunu, başka şekillerde, anmakda idi.

Kargalık tâcındaki dağ konusu Esik’de bulunan altın levhalarından birin­de de görülür. Kanadlı bir kaplan veya pars, Kargalık’daki tâcda göste­rilen ş.ekilde, sivri dağlardan müteşekkil bir çevre içinde tasvîr edilmiştir (lev. X I I /f). Kargalık mezarındaki tâcın Taoist Çin efsânelerinde, ölüm­ süzlerin cenneti olarak gördüğü kutlu dağ ve kutlu hayvanlar konusuna bağlandığını kaydetmiştik. Esik’de yatan gencin börkü sanki böyle bir sivri dağ şekli arzediyordu ve tepesinde, altından bir küçük yabani keçi heykeli bulunuyordu. Börkün ön kısmında başka altın heykeller, iki çift olarak yer alıyordu. Bunlar bir çift at ile, bir çift kanatlı dağ koyunu – (arkar), veya boynuzlu at tasvîr etmekde idi (lev. X I I /c ). Pâzırık devri Altun-yış mezarlarında (lev. X I /b ) , aynı devirden Baykal gölü civarında bulunmuş bir tunç levhada (lev. X IV /b ) ve Kök-Türk devri Altun-yış petrogliflerinde (lev. X L I/a ), kanatlı, veya boynuzlu, bazen maskeli at tasvirlerine rastlamaktayız.’ Bunların belki manâsı Türk devri metin­lerinde, meydana çıkacakdır. Kurban edilen atların tabiat üstü bir hü­viyet kazanarak, ölen kimseye öbür dünyâda bineklik ettiğine inanılıyor­du. Belki eski devirlerde de bu inançlar mevcûddu. Esik’de yatan gencin tâcından (lev. X II/a ) yükselen motifler arasında oklar ile birlikde, ağaç veya tüye benzer şekiller de yer almaktadır. Böyle tüylerden müteşekkil, Kâşğarî’nin «kedüt» adını verdiği, başlıkları, Kagnılı Türklerinin giydi­ğini İkinci bölümde göreceğiz. Gencin göğde kısımlarındaki altın levhalar, önden görülen kaplan veya pars başlarım tasvir ediyordu (lev. X I I /h ).

Mezarda, firuze ile murassa altın küpeler ve iki altın yüzük de bulundu. Yüzüğün birinde, gencin kendisi gibi, tâclı bir börk giymiş bir baş tasvir edilmişti. Genç alpin kemeri de onaltı altın levha ile süslü idi. Kemere geçirilmiş levhalardan büyükleri, dört-köşe çerçeve içinde, bir efsânevî kulaklı kuş başının, diz çökmüş bir geyiğe, saldırdığını göster­mektedir (lev. X n / 1 ) . Diğer kakmalı demirden kılıç ve bir kama, solunda ise «kmğırak» dediğimiz cinsden, yine altın kakmalı bir kamanın, çift yırtıcı kuş başı şeklinde, kabzası bulunmuştur (lev. X II/b ). Aynı tarz kama kabzaları, Tagar kültüründe ve Altayda, Çulışman ırmağı kıyıla­rında, Kumurtuk mezarında da vardı. Esik mezarından dörtbin kadar altın levha çıktı. Genç alpin solunda altın sokumlu ve böylece temsilî manâsı olduğu anlaşılan bir ok ile bir kamçı kalıntıların da bulundu.

Se-Ma Ts’ien’den öğrenildiğine göre Mîlâddan önce II. yüzyılda ok ve yay hükümdâr timsâli idi. Kök-Türkler ve Hâkânlı Türklerinde ok, boy remzi ve kama ile «kılıç (ve) berge» (kamçı) hükümdârlık işâreti sayılıyor­du. Esik’de yatan alpin baş ucunda, tunçdan bir ayna konmuştu. Ayrıca., iki gümüş tabak, altın yaldızlı bir tunç tabak ve kepçe ile, üzerinde yazı bulunan gümüş kadeh ve ağaçtan kaplar da, buluntular arasında idi. Bunların içindeki yemek ve içkilerden eser kalmamıştır. Kurbanların kalıntıları da bulunamadı.

Esik altın levhalarındaki motifler, at, dağ keçisi, geyik, kaplan, pars, Kurt, yırtıcı kuş, gibi motifler, Eurasia İlk göçebeler sanatının Doğuda Ordos’dan, Sibiryaya, Orta Asyaya ve Batıda Kara-deniz Skit bölgesine kadar yayılmış ve aşağı-yukai aynı tarzda tasvîr edilmiş konularıdır. Esik’e mahsus bir uslûb aranırsa, belki şöyle. denebilir: Tagar çevresi­nin küçük madenî hayvan heykellerinde (lev. V a) tebârüz eden naturalist temâyül, Esik’de yüksek bir sanat seviyesine erişmiştir. Üstelik, Tagar heykellerinde görülmeyen, hareketli levhalar, Esik altın eserlerinde geliş­miş bulunmaktadır. Yenilmiş ve güçsüz kalan hayvanın yıkılır gibi düş­mesi, üstün bir sanat ile tasvîr. edilmişti (lev. XII d, e). Başka bir hay­van tarafından avlanan veya yıkılan geyik tasvirlerinin manâsı hakkındaki tahminleri, aşağıda M.Ö. ki binyılda Kuzey Çinde devlet kuran ve kısmen Türk olduğu sanılan Chou’ların kültüründen bahsederken açıklayacağız. Burada şu kadarını söyleyelim : Chou’larda, atalara kurban olarak, av sırasında, hayvanları ok ile vurmak merasimi vardı. Türklerin ise kurbanlık atları avda vurdukları ileride görülecekdir. Esik’de tasvir edilen yere düşmüş hayvanların art ayakları (lev. X II/d, e), bazı Tagar madenî levhalarındaki gibi (lev. İÜ /b) tersine dönmüştür. Bu şeklî zorlama, belki levhanın muhtelif kısımlarına birbirine perçinlemek için, teknik bir mecbûriyet idi. Fakat, aynı hususiyet, teknik sebeb ol­madan, Esik’den daha geç devirde, Altun Y ış’da Pazırık devri mezarlar­dan çıkan, renkli keçe tasvirlerdeki yenik hayvanlarda da tekerrür edecekdi. Doğudaki Kagnılı boyların vatanı olan Ötüken-Orkun-Baykal böl­gesinde de,’ M.Ö. V-in. .yüzyıllardan bir mezarda bulunan tunç aynada art ayakları tersine dönmüş dağ keçisi tasvir edilmiştir.

Türkçe Tarih

İç Asya Türk göçebelerinin petroglifleri

Önceki yazı

Turan Ovası

Sonraki yazı

Bu yazılar da ilginizi çekebilir

Yorumlar

Bir yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla yazı Kültür ve Sanat Tarihi