Eşkıya kelime olarak dağda, kırda yol kesen ve gaspçılık yapan, toplumsal düzene başkaldırmış, kanun tanımaz, başına buyruk olan kimseler anlamına gelirken; hukuki olarak da kendisine ait olmayan bir malı zorla gasp eden, asayişi ve kanun düzenini tehdit eden, tek başına veya çete halinde dolaşan silahlı kişiler olarak tanımlanmaktadır.1
Osmanlı’nın son dönemlerindeki en önemli sorunlarından bir tanesi de ülke genelinde yaygınlaşan eşkıyalık olaylarıdır. Eşkıyalık olayları genellikle düzeni bozulmuş ve ekonomik şartların kötüye gittiği bölgelerde daha çok rastlanan bir durumdu. Osmanlı’da da eşkıyalık faaliyetlerinin artmasında devletin içerisinde bulunduğu siyasal durum ve günden güne bozulan sosyoekonomik durum etkili olmuştur.
Özellikle 19. yüzyılda büyük bir çöküş içerisinde olan Osmanlı, bu durumdan kurtulabilmek adına çeşitli ıslahatlar yapsa da umduğunu bulamamıştır. Savaşlarda alınan yenilgi ile yaşanan toprak kayıpları ve buna bağlı olarak Anadolu’ya gelen göç dalgası sonucu yaşanan nüfus artışı, toprak kayıpları ile beraber gelen vergi gelirlerinin azalması ve tımar sistemin bozulması ekonomik düzeni çökertmiştir. İşsizliğin ve yoksulluğun artması, rüşvet ve adam kayırma olaylarının artması, liyakatsiz insanların önemli makam ve mevkilere gelmesi, vergi toplama konusundaki adaletsizlik, üretimdeki yetersizlik, merkezi otoritenin zayıflaması ve bazı devlet memurlarının aşiretlerle işbirliği yapması gibi birçok sebep eşkıyalığı tetiklemiştir. Dolayısıyla siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda yaşanan tüm bu sorunlar halkı ya eşkıyalık yapmaya ya da eşkıyaların himayesinde olmaya sürüklemiştir.2
İlk başlarda yerel ve bölgesel olan eşkıyalık olayları böylelikle zamanla ülke geneline yayılmıştır.3 Modernleşme çabaları içerisinde Yeniçeri Ocağı’nın 1826 yılında kaldırılmasından sonra emniyet ve asayiş açısından sıkıntılar yaşayan Osmanlı, güvenlikle ilgili kurumlarda köklü değişiklikler yapmaya başlamıştır. Ülkenin sınırlarını korumakta yetersiz kalan Osmanlı, ülke içerisinde de huzur ve güvenliği sağlamakta zorluk çekmekteydi. Anadolu’da oluşan iç güvenlik sorunlarına çare olarak da Asakir-i Mansure-i Muhammediye adı verilen merkezi bir ordu oluşturulmuş ve buna ek olaraksa iç güvenlikle ilgili de Redif birlikleri kurulmuştur. Tanzimat ile beraber ise Zaptiye Müşiriyeti kurulmuş ve nihayetinde de 1839 yılında Jandarma Teşkilatının temelleri atılmıştır.4 Bundan sonraki dönemlerde ise Osmanlı halkının birlik ve beraberliği ile huzur ortamının korunması adına iç güvenlikte başta eşkıyalarla mücadele olmak üzere birçok konuda Jandarma Teşkilatı görev almıştır.
Jandarmanın Eşkıyalarla Mücadelesi bölgelerin ekonomik, sosyal, coğrafi ve iklim şartları gibi faktörleri eşkıyaların hayatlarını sürdürmek için önemli bir faktördü. Onların da birer insan olduğunu düşünecek olursak bir insanın yaşaması için gerekli olan şartları, onlar da bulundukları bölgenin yapısından faydalanarak karşılıyordu. Dolayısıyla bu bölgelerin saklanma ve yaşamsal şartları ne kadar elverişli ise eşkıyaların teslim olma ihtimalleri de o kadar azalıyordu.
Örneğin, Doğu Karadeniz bölgesindeki eşkıyalar, Jandarma birlikleri ile girdiği çatışmalarda yaralanınca, bölgenin rutubetli ve nemli havası yaraları için sakıncalı olduğu için daha iç kesimlere kaçıyorlardı. Bu çerçevede Jandarma, iç güvenliği sağlamak adına eşkıyalar konusunda ayrı bir mücadele veriyordu. Hangi zamanda, ne şekilde ortaya çıkıp ne yapacakları kestirilemeyen bu eşkıyaları engellemek, onları takip etmek veya etkisiz hale getirmek için ayrı bir yöntem izlemek gerekiyordu. Bu yöntem sadece eşkıya merkezli değil aynı zamanda da bölgenin yapısını da içerisinde barındıran çok daha sistematik ve geniş çerçeveli bir yöntemdi. Ortaya konulan yeni yöntemler sayesinde eşkıyalık faaliyetlerinin çokça yaşandığı bölgelerin iklimsel şartları, coğrafi yapısı, bölgedeki köyler ve köylünün eşkıyalara karşı olan tavırları gibi birçok konu hassasiyetle dikkate alınmış ve buna göre bir mücadele tarzı belirlenmiştir.5
Büyük ordularla yapılan mücadelelerde kullanılan stratejiler, özellikle Jandarma gibi iç güvenlik konusunda küçük birlikler halinde hareket eden kolluk kuvveti için pek geçerli olmuyordu. Dolayısıyla bu yeni yöntemler neticesinde daha verimli sonuçlar alınacağı öngörülüyordu. Eşkıyaların faaliyetlerini yürüttüğü yerler genellikle engebeli, sarp kayalıkların olduğu, kolay ulaşılması zor olan dağlık alanlar ya da sık ağaçların ve bitki örtüsünün bol olduğu ormanlık alanlardır. Bu tarz yerler eşkıyalar için fayda sağlayıcı bir unsur olurken, Jandarma birlikleri içinse hareket kabiliyetini sınırlandıran bir durum oluşturmaktaydı. Jandarma birlikleri, eşkıyalara karşı mücadelede o günün şartlarına göre yatay bir gözetleme tekniği kullandığı için görülen en ufak bir bitki örtüsü bile Jandarmayı yanıltabilmekteydi. Dolayısıyla Jandarmanın kullandığı yöntem ve teknikler, bazen arazi koşullarının yapısına göre pek fazla kullanışlı olmuyordu. Bu yüzden Jandarmanın faaliyet alanında olan bölgeleri iyi bilen kişilerden yardım alınması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı da Jandarma birlikleri, mevcut arazi koşullarını göz önünde bulundurarak kılavuz kullanma yöntemi üzerinde durmuştur. Jandarma personeli, aldığı eğitimlerde ne kadar iyi harita bilgisine sahip olursa olsun, gerçek arazide faaliyet gösterdiği anda engebeleri ve yükseltileri bilmediği için başarıya ulaşması gecikiyor ve bu noktada kılavuzlar devreye giriyordu. Bu sayede araziyi daha iyi bilen kılavuzlar, Jandarma birliklerinin nerede pusu atacağını, nerede bulunması gerektiğini, nerede köprü, mağara ve dere yatağı olduğunu, nerede eşkıyaların olabileceğini ve arazi koşullarına göre hangi yollardan eşkıyaların peşine düşüleceği gibi birçok konuda Jandarma birliklerine yardımcı olmuşlardır.
Kılavuzların yanı sıra Jandarma birlikleri, görev yaptıkları arazide eşkıyalar ile ilgili istihbarat faaliyetlerini de bölge halkından oluşan muhbirler aracılığı ile sağlıyordu. Bu muhbirler, Jandarma birliklerinin güvenebileceği kişilerden özenle seçiliyordu. Genellikle de eşkıyalar tarafından zarara uğrayan kişiler tarafından seçilmekteydi. Böylelikle eşkıyalarla işbirliği yapma ihtimalleri de en aza indirgenmiş oluyordu ve onların eşkıyalara karşı duyduğu öfke, onların yakalanması adına bir faaliyete dönüştürülmüş oluyordu. Onların verdiği bilgilerin doğruluğu Jandarmanın eşkıya ile olan mücadelesinde son derece önemli bir yere sahipti. Öyle ki eşkıyaların ne zaman köye geldikleri, kimlerin yanında konakladıkları, ne taraftan gelip ne tarafa doğru gittikleri gibi kritik bilgileri Jandarmaya aktarıyorlardı. Bu bilgiler ışığında, kılavuzların da yardımıyla harekete geçen Jandarma birlikleri eşkıyaların arazi üzerinde gidebileceği muhtemel yerleri tespit ederek, çalışmalarını o şekilde yürütüyordu.
Jandarma birlikleri, tüm bunların yanında kendi personelleri içerisinden hem bölgeyi bilen hem de eşkıya diline yatkın personelleri kılık değiştirerek bölgede barındırıyordu. Bu kimi zaman bir çoban, kimi zamansa bir köylü şeklinde olabiliyordu. Böylece eşkıyalarla doğrudan iletişime geçip ve hatta içlerine sızıp istihbarat faaliyetleri bu şekilde yürütülüyordu. Bu sayede eşkıyaların yaşamsal koşulları, kullandıkları güzergâhlar, onlara yardım ve yataklık edenler gibi birçok konu açığa çıkmakta ve operasyonlar buna göre şekillenmekteydi.
Jandarma birliklerinin eşkıyaları yakalayabilmek adına yürüttüğü çalışmalardaki engellerden bir tanesi de eşkıyalara yardım ve yataklık eden kişilerin bulunması konusundaki zorluklardı. Zira 1853 yılında Aydın vilayetinde eşkıyalık yapan ve nihayetinde Jandarma birliklerine teslim olan Katırcı Yani’nin, sorgulandığı esnada kendisine İngiliz tüccarların yardım ve yataklık ettiği bilgisini vermesi ancak isimlerini söylememesi bu konuya bir örnektir.6 Eşkıyalar kadar onlara yardım ve yataklık edenlerin yakalanması da ileriye dönük olarak başka eşkıyalara yapacakları yardımların önünü keserek eşkıyaları zorda bırakmak adına önemli bir husustu. Öte yandan bu dönemde (1850-1900) Jandarma birliklerinin çalışmaları neticesinde Ege bölgesindeki Müslüman eşkıyaların %85’i, Rum eşkıyaların ise %66’sı yakalanabilmişti.7 Bunun en büyük sebebi ise Rum eşkıyalarının Ege adalarından gelerek eşkıyalık faaliyetleri yapmasının ardından tekrar adalara geri dönmesiydi. Dolayısıyla bu durum onların yakalanmasını zorlaştıran bir etkendi. Sadece bu verilere bakarak Jandarma birliklerinin eşkıyalara karşı yürüttüğü başarılı operasyonların oranını anlamamız yeterli olacaktır.
Jandarma birliklerinin kullandığı teknik ve yöntemlerin yanı sıra kullandıkları silah ve teçhizatlarda da değişim yapılmıştır. Çünkü eşkıyaların elde ettiği ganimetler ve dış kaynaklı desteklerden dolayı son derece etkili silahlar satın alıp kullanmaya başlamaları ve buna karşı Jandarmanın kullandığı silahların eşkıyalarla mücadelede etkisiz kalacağı anlaşılınca bunların yenilenmesi konusunda da harekete geçilmiştir. Zira eşkıyalarla yapılan mücadelede teknik ve yöntem kadar teçhizatın da büyük bir önemi vardı. Sadece Ege’de değil, Osmanlı’nın hemen hemen her bölgesinde eşkıyalık faaliyetleri yapılıyordu. Örneğin, Kelkit-Şiran yöresinde Deli Meşe Mehmet, Deli Paşo, Giriftzade İbrahim Bey; Ordu yöresinde asker kaçaklarının oluşturduğu çete; Erbaa’da Kellioğlu Ali; Tirebolu’da Hucuroğlu Hüseyin, bu eşkıyaların sadece birkaçıydı. Hatta Hucuroğlu Hüseyin’in bölgede saklandığı yer, Jandarma birlikleri adına muhbirlik yapan kişiler tarafından ihbar edilmiş ve yapılan operasyon sonucunda ilk başta 5 eşkıya yakalanmış, geri kalanlar kaçmayı başarsa da yapılan takip neticesinde Hucuroğlu Hüseyin yaralı olarak ele geçirilmiştir.8
Öte yandan muhbirlerin yanı sıra bazı aşiretlerin de eşkıyaların yakalanması adına faydası olmuştur. Şiran’da yakalanan Deli Paşo adlı eşkıyanın yakalanması olayı buna bir örnektir. Doğu Karadeniz bölgesinde de başarı sağlayan Jandarma birliklerine karşı eşkıyalar çareyi daha iç bölgelere kaçmakta arıyorlardı. Özellikle Tonya-Tirebolu bölgesi onlar için saklanma ve yaşam alanı olarak elverişli bir yapıya sahipti. Ayrıca Canik-Ordu bölgesindeki eşkıyalar da, Jandarmaya izlerini kaybettirebilmek adına daha iç kesim olan Sivas vilayetine kadar ilerliyorlardı. 19. yüzyılın ikinci yarısında genellikle Jandarmanın eşkıyalara karşı mücadelesi bu şekilde yürütülürken, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde başlayan Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşı ve ardından başlayan 1.Dünya Savaşı ile beraber Jandarmanın görev alanı genişlemiş ve iç güvenliğin yanı sıra vatanı, cephede koruma görevi de üstlenmiştir. Hal böyle olunca cephede şehit düşen veya görevini yapamayacak derecede yaralanan Jandarma personelinin yerini dolduracak tecrübeli kişiler olmayınca, böylesi bir ortamda oluşan boşlukta eşkıyaların sayısı artarak çok sık faaliyetlerini yürütür oldu. Buna çare olaraksa askerlik çağı gelen gençlerin ve emekli olan askeri personellerin Jandarma birliklerinde görevlendirilmesi ile personel açığı kapatılmaya çalışılmıştır. Ancak çoğu tecrübesiz olan bu yeni personellerin eşkıyalar ile olan mücadelesi önceki dönemlerdeki gibi pek başarıya ulaşamamıştır.
Savaş döneminde yaşanan personel eksikliğinin yanı sıra başta Osmanlı’da yaşayan azınlık gruplar olmak üzere, dışarıdan aldığı güç ve ilhamla savaş dönemini fırsata çeviren tüm bu gruplar eşkıyalığa soyunmuştur. Hal böyle olunca da eşkıyalara karşı mücadelede ciddi zorluklar yaşanmıştır. Örneğin, Aydın’da İslam ve Hristiyan nüfusu öldürüp, mallarını gasp eden veya art arda dağa kaldırıp fidye isteyen eşkıya çeteleri bölge güvenliğini bozmuş, fakat bu çetelerin üçü jandarma tarafından bertaraf edilmiş, biri teslim olmuş, Yılık Abdi isimli eşkıya ve çetesi sağ ele geçirilmişti. Ama hala faaliyette bulunan beş çetenin daha olduğu belirtilmekte jandarma alayının tümünün bu eşkıyaların üzerine gönderilemediği, sadece bu eşkıyaları bertaraf için 80 nefer jandarma olduğu, ancak bunun yeterli olmadığı, jandarmanın da eşkıyanın kullandığı “martini” tüfekler türünde silahlara sahip olmasının sağlanması Yıldız Sarayı Baş Kitabet Dairesi-ne bildirilmişti.9 Ayrıca yazılan başka bir yazıda, eşkıyalığın önüne geçilememesinin başlıca nedeni olarak jandarmaların elindeki “kar-ı kadim kapaklı tüfenkler” olduğu ve bu eski tüfenklerin martini silahına sahip eşkıyaya karşı bir tesiri olmadığı bildiriliyordu.
Ayrıca jandarma sayısının eksik olması sebebiyle de eşkıya ile mücadelede sorunlar yaşanıyordu. Jandarma Alaylarında gayrimüslimler için açık kadrolar bırakılsa da jandarma maaşlarının azlığı sebebiyle, gayrimüslimler jandarma neferi olmaya yanaşmıyorlardı. Bu sebeple 03 Ekim 1909 Men-i Şekavet Kanunu çıkarılmıştı. Bu kanunla, maaşlarda iyileştirme yapılmış, görev başında ölen ve sakat kalanların ailelerine emekli maaşı bağlanmış, her köyde ikişer jandarma bulundurulup bekçilerin bu jandarmaların emir ve silahları altına girmeleri kararlaştırılmıştır.
Sonuç
1839 yılında temelleri atılan Jandarma Teşkilatı kurulduğu günden Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen süre içerisinde başta eşkıyalık olayları olmak üzere, kaçakçılık, gasp, hırsızlık, cinayet gibi birçok konuda Osmanlı’nın iç güvenliğini sağlamak adına çalışmalar yürütmüştür. Bu dönem içerisinde eşkıyalık olaylarına karşı ayrı bir yöntem geliştirilmiş ve daha farklı tekniklerle eşkıyaların peşine düşülmüştür. 19. yüzyılın son yarısında başarılı faaliyetler yürüten Jandarma Teşkilatı, gerek bölgeyi iyi bilen kılavuzlar sayesinde gerekse kırsal bölgelerde yaşayan muhbirler aracılığı ile eşkıyaların yakalanması adına yararlanılmıştır. Bazı zamanlar ise Jandarma personeli kılık değiştirip yerel halktan biriymiş gibi davranarak eşkıyalar hakkında bilgi alma gayreti içerisine girmişlerdir. Sadece teknik ve yöntem anlamında değil, teçhizat anlamında da değişime uğrayan Jandarma Teşkilatı eşkıyalar konusunda başarılı sonuçlar elde etmiştir. 20. yüzyılın ilk çeyreği ile beraber Osmanlı’nın içerisinde bulunduğu savaşlar neticesinde Jandarma birliklerin görev alanı sadece iç güvenlikle sınırlı kalmamış ve hal böyle olunca da şehit olan personellerin cephedeki çokluğu, personel açığına sebep olurken eşkıyalık olaylarının da artmasına neden olmuştur. Lakin Jandarma Teşkilatı, şartlar ne olursa olsun vatan aşkı ile mücadelesini sürdürmüş ve eşkıyalara karşı mücadelede asla taviz vermemiştir.
KAYNAKÇA
1. Ali Bardakoğlu, ‘Eşkıya’, TDVİA, Cilt: XI.
2. Ali Güneş, Osmanlı’da Gayrinizami Harp Doktorini, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2016.
3. Kemal Saylan, Osmanlı Döneminde Kelkit ve Şiran Çevresinde Eşkıyalık Olayları(1760-1916), Karadeniz İncelemeleri Dergisi, Sayı:24, 2018.
4. Mehmet Başaran-Ali Özçelik, Ege Adaları Menşeli Rum Çetelerinin Batı Anadolu’daki Eşkıyalık ve Kaçakçılık Faaliyetleri, İzmir Araştırmaları Dergisi, Yıl:5, Sayı:11, İzmir, 2019.
5. Mehmet Emin Üner, Aşiret, Eşkıya ve Devlet, Yalın Yayıncılık, İstanbul, 2010.
6. Mücteba İlgürel, ‘Osmanlı’da Eşkıyalık Hareketleri’, TDVİA, Cilt: II.
7. Osman Nuri Ergin, Muhtasar Mecelle Umur-ı Belediye, Kültür A.Ş, 2017.
8. Prof. Dr. Osman KÖSE, Osmanlı’dan Günümüze Eşkıyalık ve Terör, Samsun, 2017.
1 Ali Bardakoğlu, ‘Eşkıya’, TDVİA, Cilt:XI, s.463
2 Mücteba İlgürel, ‘Osmanlı’da Eşkıyalık Hareketleri’, Cilt:II, s.467
3 Mehmet Emin Üner, Aşiret, Eşkıya ve Devlet, s.92
4 Osman Nuri Ergin, Muhtasar Mecelle Umur-ı Belediye, s.153.
5 Ali Güneş, Osmanlı’da Gayrinizami Harp Doktrini, s.96-97
6 Mehmet Başaran-Ali Özçelik, Ege Adaları Menşeli Rum Çetelerinin Batı Anadolu’daki Eşkıyalık ve Kaçakçılık Faaliyetleri, s.84-85.
7 Mehmet Başaran-Ali Özçelik, a.g.m, s.86.
8 Kemal Saylan, Osmanlı Döneminde Kelkit ve Şiran Çevresinde Eşkıyalık
Olayları(1760-1916), s.64-84.
9 Osmanlı’dan Günümüze Eşkıyalık ve Terör, Doç.Dr.Cihan Özgün, 19.Yüzyılın ikinci Yarısında Aydın Sancağı’nda Eşkiyalık Hareketleri Üzerine Gözlemler, s.159
Yorumlar