“Anneler günün kutlu olsun Zübeyde annem..
Tüm annelerimizin ‘Anneler Günü’ kutlu olsun…”
Günlerden bir gün küçük Mustafa, yine her zamanki saatinde okuldan evine dönmüştür. Evin merdivenlerini yavaşça çıkarken Hüseyin dayısını görür. Evde olağanüstü bir sessizlik hakimdir. Annesi Zübeyde Hanım’la yukarıdan gözleri kızarmış, yorgun ve bitkin bir halde inerken karşılaşır. Zübeyde Hanım’ın tek bir söz bile söylemeye kudreti yoktur… Mustafa donmuş gibidir. Üzgün fakat tam bir olgun delikanlı sakinliğiyle sarıldığı annesine cevabını az çok tahmin ettiği o acı soruyu sorar:
“Babam? Öldü mü?”
Zübeyde Hanım hıçkırıklarını tutamıyordur. Eşi Ali Rıza Efendi’nin vefatı ile genç yaşta dul kalmıştır… Oğlunun iyi bir tahsil görmesi için çabalayacağı dönemler başlamıştır artık onun için.
Yıllar geçer, 44 yaşındadır Zübeyde Hanım… Harp Okulu’ndan henüz kurmay yüzbaşı olarak çıkan oğlu Mustafa’nın hayata ilk adımı zindana rastlar. Oğlunun aylarca zindanda yatmasından ancak hapisten çıktıktan sonra haberi olur. Ve derhal onu görmeye alalacele İstanbul’a gider. Fakat orada oğluyla ancak üç beş gün kaldıktan sonra Abdülhamit’in casusları, cellatları İstanbul’da kaldıkları evi sarar ve Mustafa’yı alıp götürürler. Zübeyde Hanım henüz oğluyla hasret gideremeden yine yapayalnız kalmıştır…ağlayarak oğlunun peşinden gider. Mustafa’sı sürgün yerine götürecek olan vapura bindirilirken görüşmesi bile engellenen Zübeyde Hanım, göz yaşları ile Sirkeci rıhtımında acılar ve kederler içinde birbaşına yapayalnız kalmıştır…
İşte, bu mübarek ananın tüm hayatı oğluna kavuşma hayalleri ile geçer… Ne zaman Mustafa’sına kavuşsa, oğlu, yeni bir görev ile Libya’ya ardından Sofya’ya Çanakkale’ye Diyarbakır’a vatanı uğruna yurdun dört bir yanına koşar… Derken savaş son bulur, Mustafa evine, İstanbul’a döner. Ancak İstanbul işgal altındadır…
Zübeyde Hanım, kısa süreliğine de olsa oğluna kavuştuğunu sanmıştır. Lâkin yanılıyordur. İşgal İstanbul’unun acı fakat sessiz çığlığının her Türk’ün yüreğinde hissettiği bir gün, Mustafa’sından işittiği şu sözlerle yine ayrılığın vereceği acı bir kedere, özleme ve yalnızlığa gömülecektir.
“Anneciğim, burası Selânik gibi değil.. Ben gittikten sonra yanılıp da sokaklara çıkmayın! Benim işim büyük.. Bu işte muvaffak olabilmem için kalp huzuruyla çalışmam lâzım.. Beni merak ve endişede bırakmayın.. Giderken gözüm arkada kalmasın.. Elimi, ayağımı bağlamayın. Memleket için çalışırken sizden yana bir üzüntüye uğramak istemem…”
Evet, Samsun’a Kurtuluş mücadelesini başlatmaya gidecektir oğlu…peki, ya geri dönemezse, ya bir daha asla oğlunu göremez ise?
Zaten hasta olan Zübeyde Hanım heyecandan düşüp bayılır; biraz sonra kendine geldiği zaman, oğlunun muvaffak olması için Tanrı’ya dua ediyordur…
Aralarındaki özlem tekrardan uzun süre devam edecek ve bu özlem 14 Haziran 1922 günü Adapazarı’nda son bulacaktır. Buluşma sahnesi herkesi duygulandırmıştır ve bu kavuşmaya tanık olanlardan Ahmet Emin Yalman şunları söyleyecektir:
“Bu yüksek ruhlu kadın, küçük yaşta babasız kalan evladını yetiştirmek için büyük azimle çalışmış ve her türlü zorluğa göğüs germişti. Yıllardan beri görmediği oğluyla üzerinde sade bir basma entari olduğu halde buluşmaya giderken yanındakiler kalbinden rahatsız olduğunu bildiklerinden onu hazırlamak kaygısına düşmüşlerdi. Bu endişeyi sezmesi, bize sakin olduğunu söylemesi onun ne asil ruhlu olduğunu gösteriyordu.”
O sadece vatan için yıllarını cephelerde geçiren Mustafa Kemal’in değil, Türk milletinin de annesiydi..
O, bir annenin tüm dünyayı değiştirebileceğini herkese göstermişti…
Yorumlar