Dağlar, Türkler arasında olduğu gibi diğer kavimlerce de kutsal sayılmaktadır. Dünyanın merkezinde bulunan ve ilk yaratma sonrasında Tanrının üzerine oturarak dinlendiği taş, yaratmanın sembolü olarak kabul edildiği için dağlara yakın olmak aynı zamanda onu oluşturmuş olan Tanrı veya Tanrılara yakın olmak anlamına gelir. Dağlar aynı zamanda öbür dünyaya geçiş yeri olarak da kabul edilir. Üçlü evren algısında dağlar, yer altı ve yer üstünü birleştiren bir konumdadır (Seyidoğlu, 1995: 91-94).
Dağların göğe yakın olması, onların aynı zamanda tanrı makamı olarak algılanmalarını beraberinde getirmiştir. Bu algılayışın bir ürünü olarak, Orta Asya’daki dağların mübarek, mukaddes, büyük ata, büyük hakan gibi anlamlara gelen “Han Tanrı”, “Buztağata”, “Idukart”, “Kuttağata” şeklinde isimlendirilmeleri söz konusu olmuştur (Günay-Güngör 1997: 47). Eski Türklerde her boy ve oymağın kendilerine mahsus bir dağlarının olduğu da bilinmektedir. Bu inanışın yansıması Anadolu’da belli yerlerin kutsanmasını beraberinde getirmiştir (Bekki, 2008: 93-110).
Eski Türk kavimlerinin kutsal saymış oldukları dağlar arasında en tanınmışı Ötüken’dir. Bu dağlık ve ormanlık yer, birçok Türk devletine merkez olmuştur (Çoruhlu, 2006: 34)
Türk yaratılış mitleri arasında ilk insanın nasıl yaratıldığına ilişkin Ebubekir bin Abdullah bin Aybek ed-Devadarî’den nakledilen mitte, Türk’ün ilk atası, Karadağcı denilen bir dağdaki mağarada gerçekleşmiştir (İnan, 1995: 21). Dağların kutsallıkları ve bu kutsallıklarının sonucu olarak ruhlarının olması inancı, destanlarda sık sık karşılaştığımız motiflerdendir. Dağ ruhları destanlarda bedensel bir yapıya bürünerek kahraman ya da atı olarak görülmektedir. Pamir yaylasında bir dağdaki mağarada yaşayan “ilah atı”na kısraklar sürülmek suretiyle döl alınırmış. Diğer bir rivayete göre içinden at idrarı dökülen mağaraya Ağustos ayında kısraklar götürülerek çiftleşme temin edilirmiş (Elçin, 1963a: 413). Bu bağlamda “Dağla birlikte karşımıza çıkan ‘mağara kültü’ de doğma veya dünyaya getirilme motifiyle doğrudan bağlantılıdır (Bekki, 2007: 275).” 5
Saltuk-nâme, Battal-nâme ve Hamza-nâmelerde karşımıza aynı adla (Aşkar) çıkan at, Hz. Âdem (AS) zamanından beri yaşamakta olan ölümsüz bir attır ve yardımcı olacağı kahramanları (Sarı Saltuk, Seyyid Battal Gazi, Hz. Hamza) bir mağarada koşumları üzerinde olmak suretiyle beklemektedir. Bu atın zaman zaman Kâbe’yi tavaf edip yaşadığı mağaraya tekrar döndüğü rivayet edilmektedir (Sakaoğlu 1995: 165-172).
Dağ ruhundan yaratılan atları Altay Destanları’ndan “Altın-Arığ” da görmekteyiz. Kirim dağın üstünde altı sivri uçlu bir kayanın içinde kendi kendine yaratılmış “Ak-Sabdar at”tan bahsedilmektedir:
“Kirim dağının üzerinde
Altı sivri başlı Ak kaya duruyor.
Gece olunca, ay ışığıyla parlıyor.
Gündüz olunca, güneş ışığıysa parlıyor.
Onu sen hiç görmedin mi?
Altı sivri başlı,
Ak kayanın içinde Dokuz-Kulaç boyunda,
Altın-yeleli, altı toynaklı
Ak-Sabdar at, kendi kendine yaratılmış.” (AAD s. 49)
Kaynak:
Ali Kaba, Altay, Tuva, Hakas ve Şor destanlarında at motifi üzerine bir inceleme, yüksek lisans tezi Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, T.C. Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 32-34
Yorumlar