I- TARİHİ DURUM:
Kök-Türkler 545-80 arasında kısa bir zamanda İç Asya’yı baştan aşağı fethetmiş ve doğu Avrupa’ya taşan bir büyük devlet kurmuşlardı. Komşu memleketler ve bu arada Doğu komşuları Çin’deki muhtelif sülaleler endişe içinde tedbir aramaya başladılar. Çin’in Sui hanedanı sarayında 581 yılında bir müşavir Kök-Türk devletinin bir zaafı olduğuna dikkati çekti. Devletin başında tek bir Kağan bulunmakla birlikte muazzam sahalara yayılmak neticesinde idari bakımdan muhtelif çevreler sülale mensupları arasında paylaşılmıştı. Bu durum bölünmelere yol açabilirdi. Çinli müşavir şöyle diyordu:
“Aralarında, geçimsizlik emareleri belirmektedir. Heyecanların alevlendirebilir isek birbirleri ile çatışacakları muhakkaktır”
“Heyecanların alevlendirilmesine” derhal 582’de başlandı. Kök-Türk devletlerinin başındaki makamı Doğu’da bulunan Kağan yeni tahta çıkmıştı (Kök-Türk adlarının Çince şekilleri notta kaydedilip metinde Gumilev’in teklif ettiği Türkçe asıllar tahmin mahiyetinden öteye gitmese bile kolaylık olarak tercih edilecektir). Adının ve unvanlarının Erbeg Şad İl Külüg Şad-Baga İşbara Kagan olduğu sanılan büyük hakanın (580-87) alameti altından bir kurt başı (Totemik “Böri”) şeklinde alemi olan bayrak idi. Çin fağfuru bu bayrağın bir eşini Batı Türkistan devresinde makamı olan Kara Çurin Türk Baygu Tarduş Han‘a da (ölümü 603) hediye etti. Böylece Kök-Türk Sülalesinin iki mensubu rekabet içine sokulmuştu ve az sonra da çatışacaklardı.
Bölme siyaseti kültür sahasında da ilerledi. Akrabası ile savaşlar sırasında Çin’in himaye ettiği Yanar (Yener)-Tölis-İl-birdi Kağan (Ölümü, 608) Çin’e gönülden bağlanmıştı. Çin medeniyetine hayran olup Çinliler gibi yaşamak istiyordu. Kök-Türklerin kışlak ile yayla arasındaki mevsim göçleri geleneğinden ayrılıp sürekli olarak Çin’i 98 Kuzey sınırında surlar içinde bir şehirde bir Çin köşkünde oturmakta idi. Ata binmeğe uygun Türk kıyafetini bırakıp Çin tarzında,(uzun entari) giymek arzusunda idi. Arka-arkaya iki Çin prensesi ile evlenmişti.
Çin dostu bu hükümdarın yerine yaş sırası ile ve sülalenin adeti üzere üçü de üveyi anneleri Çinli prensesi “katun” (Hatun, baş kadın) olan üç oğlu geçmişti. Üç oğlunun da babalarının tutumunu desteklemedikleri anlaşılmaktadır ve üçü de Çin’e karşı harekete geçmişlerdi. Bunlardan sonuncusu Çin’li prensesin kendisini kardeşine tercih edip desteklediği halde bilhassa orduyu kuvvetlendiren ve Çin’e hücuma başlayan Bagatur Şad-Kat (Katı manasına) İlhan idi. Fütuhatı Çin başkenti yolundaki köprüye kadar erişmiş iken Çin fağfurunun kendisine eskiden vermiş olduğu sözü hatırlatması ile zaferinin neticesini almaktan vazgeçmişti. Çinlilere göre bu hükümdar bir Çinli ve başka yabancı müşavirlerin tesiri altında yakınları ile ihtilaf haline girdi. Halk da sürekli savaşlar ve ağır vergilerden şikayetçi idi. Şiddetli bir kış sonunda (627 yılında) Kök-Türklerin çok hayvanları ölmüş ve açlık baş göstermişti. Çin fağfuru bu durumu, Kağan’ın günahları sebebinden hükümdarlık kutunu kaybettiği manasına tefsir ediyordu:
“Kök-Türklerin bereketi kesildi”,
demekte idi.
“Gök-yüzünden beş güneş birden battı üç ay birden gözüktü. Kök-Türk otlaklarını kızıl ise (kuraklık) bürüdü. Gök tanrısından korkmayan Kağan hayırlı işler yapamıyor”.
Çinliler Kağan’ı Kök-Türk geleneğinden uzaklaşıp Çinlileşmek ile de suçluyor idiler. Fağfur şunu da ilave ediyordu:
“Kağan, atalarının tapınağına kurban vermiyor. Onların adeti ölüleri yakmak iken şimdi (Çinliler gibi) gömmekteler. Böylece mabutları ve ruhları tahkir ettiler. Bu günahlardan dolayı onlar yıkılacaklardır”.
Kök-Türkler ise kitabelerdeki ifadeye göre inkırazın sebeplerini şöyle anlatıyorlardı: (metnin aslı nottadır):
“Çin milleti sayısızca altın, gümüş, ipek (kaftan kenarları ve dikişlerini süslemeğe) ve ipek şerid verir. (Çinlilerin) Sözü tatlı, hediyesi hoş imiş. Tatlı sözü, hoş hediyesi ile kendilerinden uzak duran kavimleri kendilerine yaklaştırırlarmış. Ama yaklaştıktan sonra kötü bilgiyi (fesadı) hatırlamaya başlarlar imiş. Onların tatlı sözüne, hoş hediyesine kanan nice Türk kavmi (böylece) öldü”. “(Türk) Beyleri, kavmi düzensiz olduğu için Çin kavmi de aldatıcı kurnaz olduğu için küçük kardeş ile büyük kardeşin arasını açtığı için beyler ile kavim arasında nifak olduğu için devlet kurmuş Türk milletinin devleti yıkılmaya yüz tutmuş”
Kavminin ve akrabasının desteğinin kaybeden Kağan 630’da Çin tarafından mağlup edilip esir düştü. Yine de Kök-Türk devletinin müstakil hüviyetini tebarüz ettirmeye gayret eden esir Kağan Çin fağfurunun kendisine tevcih etmek istediği unvanları malikaneleri tabi durumuna düşmemek Çin kabul etmiyordu. Hatta kendisine tahsis eline saraya girmemiş ve saray kapısı önüne Kök-Türk kağanlarının tahta çıkış merasiminde devlet timsali vechesini alan kağan otağını kurdurmuştu. Kağan yakınları ile birlikte belki “sığıt” (Matem) ve destan mahiyetinde olabilen “hazin türküler” söylerken ağlamakta idi ve az sonra 634’te öldü. Kağan’ın annesinin sağdıçı ve onu büyüten bir bey ile bir diğeri kağan ölünce intihar etmişlerdi. Kağan mezarına abideleri yapıldı. Devletin tarihinde yarım asır sürecek olan kesintiyi Kök-Türk kitabeleri şöyle anlatmaktadır:
“Çin milletine beylik erkek çocuğunun kul oldu. Hanımlık kız çocuğun cariye oldu. Çin’deki Türk beyleri Türk adını atıp Çin Kağanı’na tabi olmuş elli yıl iç ve güç vermişti.”
Çin tarihleri de binlerce Kök-Türk beylerinin aileleri ile Çin başkentine yerleştiklerini saray hizmetinde ve sınır muhafızlığında kullanıldıklarını kaydetmektedir. Kök Türk boyları ise Kuzeyde Ötüken iline Güneyde Çin sınırına kadar uzanan vatanlarından sürülerek Çin Seddi’nin içine bugünkü şimali Çin’e yerleştirildiler. Çiftçi olacakları ve Çin halkı ile kaynaşacakları düşünülüyordu. Fakat,Kök-Türk halkı kendi geleneğini unutmadı ve isyan hareketleri oldu. Kök-Türk halkının kendi devletine sadakatı Türkçe kitabelerde de ifade edilmişti.
“Türk halkı böyle demiş; Devleti olan millet idim. Devletim şimdi hani?”
İsyanların tekerrürü karşısında Çin sarayı Kök-Türkleri yeni sed dışına yollamaya karar verdi. Fakat bu sırada eski Kök-Türk vatanına başka Türk boyları yerleşmiş ve bunlar Kök-Türklere karşı koymakta idi. Çin’in tayin ettiğini Kağanı da Kök-Türkler kabul etmedi. Kök-Türk kurtuluş savaşı 679’da başladı. Kök-Türklerin seçtikleri bir kağan karışıklıklar içinde kendi adamlarınca öldürüldü. Bir ikinci seçilmiş kağanı ise Çinliler yakalayıp başkentin “Doğu çarşısında” idam ettiler.
İşte Kök-Türk devletini yeniden derleyen manasına İlteriş Kağan unvanını alacak olan Kutlug Beg bu sırada 681’de Kök-Türklerin başına geçti. Kutlug Beg Kat İl-Han’ın akrabasından Tudun unvanlı bir koldan iniyordu. Büyük babası İtmiş Beg ve Babası Sıgun Beg Çin seddinin en şimali noktasında Çince Yün-chung denen eyaletin idarecilerinden idiler. Kutlug Beg 682 yılında İlteriş Kağan ünvanı ile Kök-Türklerin başına geçince Türkçe, kitabelerinden adının Çoğay-kuzı olduğu bilinen dağdan Çin’e karşı mücadeleye başladı. Çince metinlerden belirdiğine göre Türkçe kitabede Çoğay-kuzı ile birlikte adı geçen Kara-Kum ise bir şehir idi. Bu münasebetle Kök-Türklerin o safhada şehir hayatına alıştığına işaret edilir. Kök-Türkler Çin Seddinin hemen dışında olan bu merkezden Çin’e akın ediyorlardı. Çin’in şimalinde çok Kök-Türk bulunmakta ve bunlar da İlteriş Kağan’a iltihak etmekte idiler. Kök-Türk sülalesi (Çince, muharref şekilde, A-şi-na) ile birlikte Çince metinlerde en yüksek Kök-Türk boyu olarak ismi geçen A-şi-te soyundan Tonukuk adlı bey İlteriş Kağan’a karşı savaşmak bahanesi ile ona katılmış ve “Apa Tarkan” ünvanı ile ordu-başı olmuştu. Kök-Türk” isyanı” denen kurtuluş savaşını cezalandırmak için yollanan Çin orduları yenilmekte ve çok sayıda kayıp vermekte idiler. O sırada Çin’i idare etmekte olan ana imparatoriçe hiddetini teskin çaresi olarak İlteriş Kağan’a, Çince tahkir manasına gelen bir unvan verdiğini açıklamıştı. Ancak Kök-Türklerin eski vatanlarını geri almaları onların yerine sahip çıkmış bulunan diğer boyların direnişine sebep olmuştu. Bunlar Çin ile anlaşınca iki düşman cephe arasında kalan Kök-Türkler eski vatanlarının şimali merkezi “Çöl (Gobi) ötesine” (Ötüken iline) çekildiler.
Aynı devri İlteriş Kağan’ın oğlu Bilge Kağan anarken İlteriş Kağan’ın yanında anası il-Bilge Katun’u da hatırlamakta ve İlteriş Kağan’ın ölümünden sonra Köl Tigin gibi bir alp yetiştiren bu anneyi Tanrıça Umay’a benzetmekteydi. İlteriş Kağan’ın “bilge” (hakim) müşaviri Tonukuk da aynı alp destanı safhalarını kendi kitabesinde yad etmişti. Kök-Türkler şöyle diyorlardı:
“İlteriş Kağan kazanmasaydı devlet ve millet yok olacaktı.”
(Tonukuk, II, Şimâl ı)
“Türk milleti yok olmasın diye millet olsun diye (gök) Tanrısı babam İlteriş Kağan’ı anam İl-Bilge Katun’ı tepeden tutup yükseltmiş. Babam Kağan on yedi er ile çıkmış. Dışarı yürüdüğü işitilince şehirlerdeki dağa çıkmış dağdakiler inmiş toplanıp yetmiş er olmuşlar. Tanrı güç verdiği için abam Kağan’ın ordusu kurt gibi imiş. Yedi yüz er olup devletini kaybeden kağanını milleti cariye ve kul olan milleti, Türk töresini kaybetmiş milleti (İlteriş Kağa), atalarım töresince düzenledi. (İlteriş Kağan) Kırk yedi yol sefer etti yirmi savaşta savaştı. Töreyi kazanıp (ruhu) uçuverdi” (Köl-Tigin, Doğu 11-16)
İLTERİŞ KAĞAN’IN MEZARI
İlteriş Kağan’ın mezar abidesinin bugün ki Moğolca adı ile Şivet-ulan denen külliye harabesi olduğu ön zamanlarda tespit edildi.
Uslup bakımından Kök-Türk devrinden olup Köl Tigin abidesinden az daha eski görünen bu külliyedeki Arslan heykellerinin sol ayağında ikinci Kök-Türk sülalesinin “damga”sı (damga, tura) bulununca abidenin mahiyeti anlaşıldı. “Kotuz” (kuyruğunun ucundaki tüylerden tuğ ve hotoz yapılan, uzun tüylü, doğu Asya yabani boğası) piktogramı olarak tespite çalışdığım bu “tamga” hakkında, önceki bir denemede tafsilat verildi. Şivet-ulan, Kök-Türk kitabelerinde adı geçen Orkun ve Selenge Irmakları arasındaki ilde bulunmaktadır (Harita’ bakınız.). Külliye bugünki Moğolca adları ile Hanın- göl ve Huni Irmaklarının birleştiği yerde Hanın –göl yatağının şimalindedir. Balçık ve kum teresübbatından müteşekkil al renkte bir dağ silsilesinin gün-doğu yamaçlarında kademeli sedler üzerinde yükselmektedir. Ancak temelleri kalan setler ve tapınak, dört-köşe şekilde 40×100 metrelik bir saha üzerine inşa edilmişti. (rs. I ve 2 ). On iki kuleli surları ile müstahkem bir kale görünüşünde idi. En üst sedde tam dört köşe planda (35×35 m) ve duvarları belki 5 m kadar yüksek olan tapınak bulunuyordu. Kalıntılardan belirdiğine göre tapınağın duvarları dolma taştan olup balçık mahlûlu ile sıvalanmış ve yine toprak-karışığı bir boya ile boyanmıştı. Tapınağın setlerindeki hafriyattan mahalli al kayadan yontulmuş dokuz tane insan heykeli çıktı. Heykeller muhtelif yerlere taşınır iken çoğunun başı kaybolmuş ve ancak fotografileri kalmıştır. Kurbanlık geyikleri tasvir ettiği anlaşılan ve başka bir yazıda kuş ağızlı olmalarının semavi ve uhrevi hatta ile alakası üzerinde durulmuş olan bir taş-kabartması da bulunan eserler arasında idi ve halen kaybolmuştur (res. 13). Taştan bir küp de kaydedilmişi (res. 3). Ramstedt içinde Uygur kağanından da bahsedilen bir de kitabe parçacığı görmüştü.
Külliyenin surlarının gün yönüne açılan kapısı önünde 5×7 m. genişlikte bir meydanda volkanik kara kayadan 1,5×9,4 ebadında bir dikili taş bulunuyordu (rs. 4) Taşın üzerinde gelişi-güzel sırada ve sanki muhtelif eller tarafından imza mahiyetinde yazılıp sonra taşa oyulmuş 60 kadar “tamga” gözükmektedir. Eski Türkçede “yoğ” denen cenaze merasimine katılan boy mümessillerinin “tamga”larının gösterdiği anlaşılan bu dikili taş Kök-Türk tarihi için değerli bir vesika olmaktadır.
Abide Kök-Türk devrinde rûhun “ev-bark” ı olarak görülen hükümdar soyu mensuplarının mezar külliyelerinin bilinen şeklindedir. Bir diğer çalışmada belirtildiği üzere Kök-Türklerin tapınak ve hükümdar makamı mefhumu Doğu Asya’dan tevarüz edilmişti. Dağa teşbih edilen setler üstünde yükselen “Tenrilik” (tapınak) yeryüzüne atfolununan planda olup dört-yöne hakimiyeti ifade ediyordu. Tapınak bazan Türk otağı gibi kubbeli (res. 5) bazan da Köl Tigin abidesinde (res. 6) olduğu üzere Çin tarzında çatılı idi. İlteriş Kağan’ın tapınağı dört-köşe planda olduğundan belki çatılı olarak düşünebilir.
İnsan heykellerinin sekizi erkektir (Res. 7,8,9) biri ise kadın (res. 10) sanılmaktadır. Erkekler “sü eşi kezig” denen (savaş arkadaşı ve nöbetçi) askeri birlik üyelerinden olsa gerek. Ellerindeki “kur” (madeni levhalar ile mertebe işareti taşıyan askeri kemer) ve silahlar ile temsil edilen “eş”lerle birlikte ölüme kadar gitmeye varabilen sadakat andı içmişlerdi. Böyle kişilerin abideleri belki “bediz”leri(heykelleri) yapılıp ölen hükümdarın abidesine konurdu (Kat-il-han’ın arkasından intihar edenler gibi). Ancak intihar vakaları pek nadir olarak kaydedilmektedir. Demek ki intihar etmeyen silah arkadaşları ve maiyetin de heykelleri yapılmaktaydı(Düşman ruhlarını temsil eden Balbal’lar birer kaydan ibaret kalıyordu). Türk mezar heykellerinin hususiyetlerinden biri göğüs hizasında tutulan kadeh olmaktadır. Kadehin manası muhtelif tefsirlere yol açtı. Oğuzlarda ölen bir alp gömülürken eline kadeh verilirdi. And merasimi de kadeh ile (ve kılıç ile) icra ediliyordu. Diğer taraftan aynı Hanın–göl vadisinde bulunan bir kitabede ölen kişiye “kullarının” (maiyetinin) “aş tuttuğu (sunduğu)” ifade edilmiş. Başlarının resmi kalan heykeller gerçekçi hatta mübalağalı birer “körk” (portre) uslubundadır (res. 7, 8)
Koç heykellerinin (res 11) geyik tasvirleri gibi (res. 13), kurban merasimi hatıraları olduğu önceki bir yazıda ifade edilmişti. İlteriş Kağan’ın mezarındaki koç heykelleri de insan heykellerinde görülen gerçekçi tarzdadır.
Arslanların ise (res. 12) daha hayali vechede olması tabii idi. Çünki Kök-Türklerin yaşadığı şimali Asya’da arslan yoktu. Kök-Türk ve umumiyetle Türk hükümdarlarının arslan ongunu tahmine göre Taspar Kagan’ın (572-31) Burkan dini ile birlikte Burkan’ın bu ünvanını alması ile başlamıştı. İlteriş Kağan’ın mezarındaki sülalenin “tamga” sını taşıdıkları kaydedilen arslan heykelleri Sind-Hind uslübunda gözükmekte ve köpeğe benzeyen (fo) Çin tarzındaki arslan ikonografisinden ayrı tarzdadır. Kök-Türkler Sind-Hind yönündeki fütuhattan sonra arslanları sürü halinde düşman üzerine saldırtmayı öğrenmişlerdi.
İlteriş Kağan’ın mezar abidesinde yapılabilecek kazılardan daha başka eserler hatta belki Köl Tigin külliyesinde olduğu gibi kağan ve tarihimizin bu abidelerini ancak uzaktan seyredebilen biz Türklere neşriyatı yakından takip etmek düşmektedir.
Kaynak:
Emel Esin, İlteriş Kağan “Erdem” Cilt: 2 Sayı: 4 – Ocak 1986 Sayfa: 172-180