Güreşin tarihi insanlık tarihi kadar eskilere dayanmaktadır. İlkel insan yaşantısında doğa şartları gereği insan, güçlü olmaya savaşmaya, vuruşmaya yönlenmiştir. Türklerde ise güreşin tarihi Orta Asya dönemine kadar dayanmaktadır. Bazı kaynaklar güreş sözcüğünün kökeninin küremek fiilinden geldiğini savunmaktadır. Kaşgarlı Mahmut’a göre “çalış” ve “çelme” sözcüklerinin tam karşılığı güreş sözcüğüdür, güreşçiden de “çalışçı” diye bahseder, Yusuf Has Hacip Kutadgu Bilig’de kürüşmek, küreşmek sözcüğünü boğuşmak olarak tanımlar, Clauson, sözcüğün etimolojisinin tam olarak bilinmediğini kaleme almıştır. Ortak kök olarak dikkat çeken “kür” sözcüğü, Yenisey ve Orhun Yazıtları’nda da güçlü, kuvvetli anlamında sık sık karşımıza çıkmakta, bugün hala “gür” şekliyle kullanılmaktadır. Güreş adının etimolojisi bir kenara dursun, Türkçenin neredeyse her lehçesinde bu spor, güleş, kuraş, göreş, gu’res gibi birbirine benzer sözcüklerle adlandırılır bu durum güreşin Türkçe sözcük olduğunun bir kanıtı niteliğindedir. Türklerin yaşadığı her coğrafyada benzer adlara sahip olan güreşin Özbekistan’daki bir versiyonu, günümüzde Kurash ya da Uzbek Kurash adıyla, merkezi Taşkent’te olan bir uluslararası bir dernekle dünya sporuna kazandırılmış, olimpiyatlarda yer alan bir branş olması için başvuruları yapılmış ardından 2018 Asya Oyunları’nda kendine yer edinmiş bir güreş türüdür. Özbekistan devletinin bu başarısı, Türkçe olduğu kesin olan güreş sözcüğünü dünya dillerine yerleştirme açısından büyük öneme sahiptir.
Türklerin güreşle ilgisinin başlangıç tarihi tam olarak bilinmeyecek kadar eski olmakla beraber M.Ö 2. YY. Çin (Han) kaynaklarında Türklerin güreştiğinden bahsedilir. Yine bu tarih, Türkiye Güreş Federasyonu resmi sitesine göre 3000, Uluslararası Kuraş Derneği (IKA) resmi sitesine göre 3500 yıla kadar dayanmaktadır. Yine Çin kaynaklarında Türklerin güreşe verdiği önemden de bahsedilmiştir. Ölen yiğitlerin mezarları başında dokuz gün dokuz gece güreşildiği, ölüm yıl dönümlerinde de bunun üç gün, üç gece olacak şekilde tekrarlandığı, yeni yılın başlangıcı gibi özel günlerde düzenlenen şölenlerde güreş gösterilerinin yapıldığı rivayet edilir. Türk hükümdarların ordularını güreşle eğittiği de tarihi kaynaklarda yer alır. Timur’un ordusu bunun bir örneğidir.
Türkler için diğer bütün sporlardan üstün tutulan güreşin, siyasi alanda da önemi vardır. Öyle ki Türklerin, kendi aralarında çıkan anlaşmazlıkları savaşarak çözmek yerine, karşılıklı çıkardıkları iki pehlivanın güreşinin sonucuna göre hareket ettikleri rivayet edilir. Yalnızca içerideki meselelerin değil başka milletlerle olan sorunların da bu yolla çözüldüğünü, Manas Destanı’nda Koşay Han’ın Çinli Coloy Han’la güreşmesi ve yenmesinin anlatılması ile örneklendirebiliriz. Türkler için güreş ve güreşçiler topumsal olayları dahi çözebilecek öneme sahiptirler çünkü güreş, sadece beden gücüne değil, zekaya, stratejiye de dayanan bir ata spordur ve pehlivanlar, toplumun zeki ve yiğit kesiminden sayılırlar.
Güreş yalnızca Orta Asya Türk Tarihinde değil Osmanlı Devlet’inde de büyük yere ve öneme sahip bir ata sporudur. Osmanlı tarihinde güreşçi padişahlar olduğu gibi güreşin gelişmesine hizmet eden padişahların çokluğundan kaynaklar bahseder. Sultan I. Murat’ın bir pehlivan olduğu ve Edirne merkezli bir güreşçiler tekkesi kurduğu, II. Bayezid’in Amasya’ya civar ülkelerden yetenekli pehlivanları getirdiği oradan da İstanbul’a götürüp teşkilatlandırdığı, I. Selim’in “Cemaat-i Kuştigiran” (Farsça: Güreşçiler Topluluğu) adıyla bir topluluk kurduğu, Kanuni Sultan Süleyman’ın güreş izlemekten zevk aldığı ve huzur güreşleri düzenlediği, kız kardeşi Hatice Sultan ile Pargalı İbrahim Paşa’nın düğün törenlerinde dahi güreş müsabakaları düzenlediği bilinir. Osmanlı’da güreşe verilen değerin bir örneği de Sultan IV. Murat’ın faaliyetlerdir. IV Murat, pehlivanları, Birun diye tabir edilen sarayın dış halkından Enderun’a taşımış böylece pehlivanlar saray ahalisinden sayılmışlardır. II. Mahmut döneminde de Enderun’da önemli vazifelere pehlivanların getirildiği de bilinmektedir. Güreşçiye verilen önemin örnekleri ile Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde de karşılaşmak mümkündür. Osmanlı döneminde yalnızca padişahların suretlerinın çizildiği bilinmektedir, zira şeri hukuka göre suret çizmek yasaktır fakat Evliya Çelebi, nakkaşların padişahlar dışında çizdikleri ilk suretin bir pehlivana ait olduğunu sonrasında da ünlü pehlivanların çizilmeye devam edildiğini söyler. Bu açıdan bakıldığında pehlivanların, yalnızca padişaha has olan bu haktan yararlanacak kadar mühim insanlar olduğu görülebilir. Yine güreşçiler, huzur güreşi adıyla sık sık padişah huzuruna çıkabilen ender insanlardandır.
Cumhuriyet döneminde de büyük bir öneme sahip olan güreş, Türkiye Güreş Federasyonunun 2018 yılı verilerine göre, uluslararası arenada 1500’ün üzerinde madalya ile cumhuriyet tarihinin en çok madalya kazanılan branşı olup madalya sayısı bakımından dünyada ikinci sırada yer almaktadır. Bu tablo, ata sporu güreşin bugün hakkıyla temsil edildiğinin ve Türkler için güreşin hala ne denli önemli olduğunun büyük bir göstergesidir.
Koşay Han, Molla İzzet, Koca Yusuf, Recep Kara, Ali Gürbüz gibi çayır güreşinde dünyaya nam salmış Türk pehlivanlar olduğu gibi bugün minderde de Yaşar Doğu, Hamza Yerlikaya, Rıza Kayaalp, Taha Akgül, Cenk İldem, Mehmet Özal gibi dünyaya rüşdünü ispat etmiş, başarılı isimlerle Türk’ün güreş geleneği dünyaya adını duyurmaya devam etmektedir. Bu isimlerle beraber birçok yiğit güreşçimiz Türk pehlivanlarının namını dünyaya duyurmakta, tarihi belki 3000 yıllık belki daha eski olan ata yadigârını gelecek nesillere sevdirme konusunda iyi birer örnek olma konusunda büyük bir rol oynamaktadırlar.
Yorumlar