0

GİRİŞ

Orta Çağ Türk Tarihi, bilindiği üzere 375 – 1453 yılları arasını kapsayan bir dönemdir. Bu dönem içerisinde var olan Türk devletlerinin iç ve dış siyasetlerinin en belirleyici unsuru, asayiş ve güvenlik olmuştur. Hal böyle olunca siyasal bağımsızlığını kazanan her Türk devleti, kendi zamanının şartlarına göre ve komşu devletlerin kendilerine karşı yaklaşımlarına göre asayiş ve güvenlik konusunda adımlar atmıştır. Asayiş ve güvenlik ile ilgili atılan bu adımların temelini ise; dini inanışlar, törenin getirdiği kurallar, devletlerin sosyoekonomik durumu, komşu devletlerin tutumu, yaşanılan coğrafyanın ve buna bağlı olarak yaşanılan iklim şartlarının getirdiği sonuçlar gibi birçok konu oluşturmuştur. Türk devletlerinin köken itibariyle aynı soya dayanmaları ve bundan dolayı da kendilerinden önce kurulmuş olan Türk devletlerinin yaptıklarından etkilenmeleri de gayet doğal bir durumdur. Haliyle onların asayiş ve güvenlik konusu başta olmak üzere diğer tüm meselelerde onların yaptıklarını örnek alarak ve bunları da kendi zamanının şartlarına göre geliştirip uygulamaları da birbirlerine bıraktıkları birer devlet mirasıdır.

  1. İslamiyet Öncesi Türk Devletlerinde Asayiş Ve Güvenlik

Bilindiği üzere Türklerin ilk ana yurdu Orta Asya’dır ki bu coğrafyada birçok Türk devleti ve topluluğu yaşadığından buraya Türkistan da denilmektedir. Bu bölgenin iklimsel şartları, toplumların yaşayış düzenini ve yaşayış düzenine bağlı olaraksa devletlerin siyasi politikalarını şekillendirmiştir. Orta Asya’nın sert iklim yapısı burada yaşayan Türklerin göçebe bir yaşam sürmelerine sebebiyet verdiğinden gerek göç esnasında gerekse göç ettikleri yerlerdeki hayat düzenlerini koruyup sürdürmelerinde her zaman asayiş ve güvenlik konusu önemli bir yere sahip olmuştur.

Özellikle şunu belirtmekte fayda olacak ki Orta Çağ’da siyasi bağımsızlığını kazanmış olan Türk devletleri için asayiş ve güvenlik kavramları sadece iç işleriyle ilgili bir kavram olmayıp ulusal birlik ve beraberliğin yanı sıra devletin bekası için de kilit bir unsurdu. Dolayısıyla bu dönemin asayiş ve güvenlik olgusunu açıklarken daha çok dış ilişkileri incelemek gerekmektedir. Zira Çinlilerin kendi asayiş ve güvenliklerini sağlayabilmek adına Türklerden korunmak için Çin Seddini inşa etmeleri ya da Orta Çağ Avrupası’nda feodalite rejimine bağlı olarak inşa edilmiş irili ufaklı birçok şehir kalesinin varlığından da anlaşılacağı üzere dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı alınan önlemlerin asayiş ve güvenliğin sağlanması adına önemli bir unsur olarak görülmüştür.

Orta Asya’da kurulmuş olan Türk devletleri de asayiş ve güvenliklerini sağlamanın ilk adımını komşu devletlerle olan ilişkilerine dayandırıyordu. Çünkü bir devlet dış baskılara boyun eğerse aradığı iç huzura asla erişemezdi. Bunun bilincinde olan Türk hükümdarlarının ilk icraatları da her zaman komşu devletleri itaat altında tutmak olmuştur.

Türk hükümdarlarının Çinli prensesler ile evlenmesi ve çeşitli sebeplerden ötürü Türk topraklarına gelen elçilerin ajanlık faaliyetlerinde bulunup raporlar hazırlanması gibi birçok sebep Türk devletleri için asayiş ve güvenlik konusunda olumsuz etkiler oluşturmuştur. Çin’in yanı sıra Sasaniler, Akhunlar, Bizanslılar gibi zaman içerisinde güçlü bir devlet olarak karşımıza çıkan unsurlar da asayiş ve güvenliği tehdit eden diğer dış unsurlardı.

Türkler, asayiş ve güvenliğin sağlanmasında istihbarat faaliyetlerine önem vermiş iç ve dış siyasette asayiş ve güvenliğini bu istihbaratlara göre şekillendirme yoluna gitmiştir. Nitekim Çin’den Hun topraklarına gelen elçinin varlığından istihbarat sayesinde haberdar olan Mete Han, elçiye kötü bir izlenim vermek için tüm unsurlarını saklamış ve sadece yaşlı, kadın, çocuk ve hastaların çoğunlukla olduğu topluluğu meydanda gözükür hale getirmiştir. Çin elçisi bunu görünce bunların zayıflığını raporlarına yansıtarak saldırı yapılması için Çin hükümdarına bu raporu arz etmiştir. Böylece Mete Han ülkesinin asayiş ve güvenliği için Çin’e karşı yanıltıcı bir diplomasi oyununu oynamıştır ki bunun sonucunda gelişen olaylar neticesinde Çin vergiye bağlanmıştır.

Bunun yanı sıra 448 yılında Asya Hun İmparatorluğu olan Atilla’yı öldürmeye gelen Bizanslı bir heyetin varlığından istihbarat faaliyetleri sonucunda haberdar olunmuş ve gereği anında yapılmıştır. Ayrıca Avrupa Hunlarının güvenlik ile ilgili bazı noktalarda kuleler inşa ettirdiği hatta sınır boylarında insan ve askerden arındırılmış güvenli bir bölge dahi oluşturduğu bilinmektedir ki bu da sınır güvenliği açısından önem arz etmektedir.

Öte yandan yelme adı verilen keşif birliklerinin oluşturulması ile de devleti tehdit edebilecek unsurların önceden öğrenilerek tedbirlerinin alınması asayiş ve güvenlik açısından atılan önemli adımlardan bir tanesidir. Bu keşif birlikleri aynı zamanda ileriye dönük savaşlarda ve seferlerde yolların durumunu, kestirme yolları, su kaynaklarının yerlerini, konaklama yerlerini ve stratejik noktaların da öğrenilmesi açısından fayda sağlayan bir unsur olmuştur.

Dönemin asayiş ve güvenlik olgusunun temelini dış siyaset oluştursa da bunun yanı sıra iç güvenlikte asla ihmal edilmemiştir. Göçebe bir toplum yapısına sahip olan dönemin Türk devletleri sahip oldukları sınırlar içerisinde toplulukların asayiş ve güvenliklerini sağlayabilmek adına bir takım önlemler almışlardır. Bu önlemler alınırken başta askeri eksiklikler ve bunların giderilmesi yer alırken devletin ekonomik durumu, hukuk sistemi, dış baskılara karşı duruşu, törenin getirmiş olduğu yazısız kurallar, kut anlayışının Türk hükümdarları sağlamış olduğu görev ve otoriteyle göçebe hayatın imkânları göz önünde bulundurulmuştur.

Orhun Abideleri’nde töreye karşı gelmenin devletin sonunu getireceğine dair dikkat çekici ifadeler vardır ki bu durum esasında asayiş ve güvenliğin toplumsal gelenek ve göreneklerini koruyarak gerçekleştirileceğinin bir kanıtıdır. Ayrıca yine Orhun Abideleri’nde geçen; ‘Ötüken ormanında oturursan sonsuza kadar il tutarak oturacaksın.’ sözleri de Türklerin yaşadığı bu coğrafyadan farklı coğrafyalara yerleşip asimile olmaması yani benliklerini kaybetmemeleri açısından önemli bir ifadedir. Esas itibariyle Orhun Abideleri Türklerin asayiş ve güvenliği ile huzur ortamının oluşması açısından ortaya koymuş olan bir siyasetname ve nasihatname örneğidir.

Orta Asya Türk devletlerinin asayiş ve güvenliğini sağlamak adına kullandıkları ceza sistemi de son derece önemli bir husustur. Bu ceza sisteminin temelinde halkın, hükümdarların fermanlarına veya töreye aykırı davrandıklarında bu davranışların karşılığı yatmaktadır.

Söz konusu göçebe Türk devletleri toplumsal huzuru ve barışı sağlayabilmek adına suçlular hakkında sert ve caydırıcı olan ceza sistemi uygulanmış ve bu sistemde kendi içerisinde ağır ve hafif suçlar olarak ikiye ayrılmıştır. Ağır suçların cezası idam olurken, hafif suçların cezası ise büyüklüğüne göre cezalandırılıyordu. En hafif ağır ceza 10 günlük hapis cezasıyla başlayıp kısasa kadar gidebiliyordu ki göçebe bir toplum için 10 günlük hapis cezası da oldukça makul bir süreydi.

Nitekim Orta Çağ Türk devletlerinden biri olan Hazarlar, asayiş güvenlik ve huzur ortamında Hazar Barışı olarak tarif edilen bir dönem yaşamıştır. Museviliği kabul eden ilk ve tek Türk devleti olmasının yanı sıra kendi toplumu içerisindeki tüm inançlara gösterdiği saygılı ve adaletli bir yönetimle kendi asayişini ve güvenliğini öncelikle kendi toplumunun sevgisini kazanarak sağlamıştır. Dönemin ünlü seyyahların İbn-i Faldan, Hazar devletinde gördüğü ceza yöntemiyle ilgili ‘Zina diye bir şey bilmezler, birinde böyle bir şey görürlerse onu iki parçaya bölerler.’ ifadesini kullanmıştır. Buradan da anlaşılacağı üzere hem toplumsal hem de yasal olarak caydırıcı cezaların verilmesi toplumsal suç oranını düşürdüğü gibi huzur ve güven ortamını da oluşturmuştur.

Sadece Hazarlar döneminde değil, ondan önce ve sonraki tüm Türk devletlerinde toplumsal suçlara verilen cezalar da asla taviz verilmemiştir. Toplumsal suçları önlemek doğrudan doğruya asayiş ve güvenlik açısından da olumlu sonuçlar doğurduğundan idam cezalarının verilmesi özellikle göçebe Türk devletleri için sıradan ancak çok ağır bir ceza yöntemi olarak görülmüştür.

Devletlerin iç ve güvenlik anlayışında her birey kendinden ve çevresinden sorumluydu. Bunun başlıca sebebi dönemin Türk devletlerindeki toplumsal yapının şekliydi. Dolayısıyla her bir birey önce ailesinin asayiş ve güvenliğini ardından bağlı olduğu sülalenin ve dolayısıyla da devletin asayiş ve güvenliğinden sorumluydu. Böylesi bir durumda toplumdaki her bir birey kendi iç güvenliğini sağlama gayretinde olduğundan toplumun genelinde huzur ve güven ortamı oluşmaktaydı. Ayrıca toplumsal yapıda kölelik sınıfının olmaması, kadın ve erkek eşitliğinin olması, hak eden kişilerin hak ettiği yerlerde çalışması, din, dil, ırk ayrımı yapılmadan millet olma bilinci içerisinde olunması, iç güvenliğin temelindeki huzuru sağlamaktaydı.

Mete Han’ın askeri alandaki yenilikleri de güçlü ve güvenli bir devletin oluşması açısından değerlendirilmesi gereken önemli bir konudur. Onun babasına karşı yaptığı darbenin öncesinde emrindeki askerleri sıkı bir eğitimden geçirmiş olması ve mutlak itaat ile emir komuta zincirine bağlılık prensibine göre yetiştirdiği askerler ileriye dönük savaşlarda yani devletin güvenliği açısından verilen mücadelelerde de olumlu sonuçlara sebebiyet vermiştir. Askerlerin eğitiminin yanında onluk sistem olarak ifade ettiğimiz ve bugün tüm dünyada da uygulanan askeri teşkilatlanmanın güvenlik açısından hızlı ve kullanışlı olması, kullanılan askeri teçhizatlar üzerinde yapılan modernleşme ve hafif süvari kıyafetler ile küçük yaşlarda koyun üzerinde binicilik ve ok eğitimi alan çocukların varlığı Türk devletlerinde asayişi ve güvenliği sağlamak adına atılmış olan önemli adımlardır.

Ordu- millet anlayışına sahip olan Türklerde askerlik ayrı bir meslek olarak görülmediği için toplumun her kesimi, yaşadığı bölgenin ve devletin iç ve dış tüm unsurlarına karşı devletinin güvenliğinden sorumluydu. Bunları sağlayabilmek için her şeyden önce askeri alandaki bilgi ve deneyimlere sahip olmak gerekliydi. Çünkü, asayiş ve güvenliğin sağlanması için öncelikli adım istihbaratın güçlü olması ve ardından da askeri varlığının güçlü olmasında saklıdır.

Uygurlar döneminde ele aldığımızda ise bu durumda değişkenlik göstermiştir. Yerleşik hayata geçen ve din değiştiren ilk Türk devleti olması sebebiyle önceki Türk topluluklarından biraz daha farklı yaşam tarzı benimseyen Uygurlar, benimsedikleri maniheizm dini gereği savaş yapmanın yasak olması sebebiyle savaşçı özelliklerini kaybetmiştir. Bu durum onlar için ileride devletin asayiş ve güvenliği açısından olumsuz sonuçlara sebebiyet verecektir.

  1. Türk – İslam Devletlerinde Asayiş Ve Güvenlik

Karahanlılar döneminde yazılmış olan Kutadgu Bilig ve Divan-ı Lügati-t Türk adlı eserlerde asayiş ve güvenlik ile ilgili bilgiler ve öğütler mevcuttur. Yaşanılan dönem içerisinde yazılan bu eserler birincil kaynak olduğundan içerisinde barındırdığı ifadeler de oldukça önemlidir. Siyasetname ve nasihatname özelliği olan bu eserler, dönemin asayiş ve güvenliğinin sağlanması açısından dikkat edilmesi gereken hususlara yer vermiş ve siyasi gücün nasıl kullanılması gerektiği ve topluma nasıl muamele edilmesi gerektiğine dair huzur ve güvenliğin temelinde yatan ve dikkat edilmesi gereken hususları bir bir anlatmış olmaları sebebiyle bizlere birçok ipucu vermektedir.

Kutadgu Bilig adlı eserde geçen; ‘Memleket tutmak için çok asker lazımdır, asker beslemek için çok mala ve servete ihtiyaç vardır, bu mala elde etmek için halkın zengin olması, bu zenginlik içinse doğru kanunlar konulması lazımdır.’ ifadesiyle asayiş ve güvenliğin ilk adımının kanunlarla yani adaletli bir yönetimle olacağını vurgulamıştır. Aynı zamanda iç ve dış güvenliğini temel unsuru olan askerlerin başında olan ordu komutanlarının ise bu eserde dört temel özelliğe sahip olması ve bu özelliklere sahip olan bir ordu komutanının da başarısız olmayacağını yer verilmiştir. Söz konusu bu dört unsur ise; doğru sözlü olmak, cömert olmak, cesur olmak ve savaş kazanabilecek zekâya sahip olmaktır. Divan-ı Lügati-t Türk adlı eserde de silahını hazırlayan kişi at üstünde olur, hazırlamayı unutan kişi tutsak olur. ifadesinden de anlaşılacağı üzere askeri anlamda her zaman hazır olunması gerekliliğinin üzerinde durulmuştur.

Gazneliler’de de benzer bir durum söz konusudur. Törende devletin asayiş ve güvenliğinin temel dayanağı itaat, tertip, hiyerarşi, adalet ve güçlü ordu idi. Yayıldıkları coğrafya itibariyle çok uluslu bir yapının asayişini ve güvenliğini sağlama konusundaki hassasiyette üst düzeydeydi.

Gerek Karahanlılar gerekse Gaznelilerin İslamiyet’i resmi devlet dini olarak kullanmaları iç ve dış güvenlik unsurunu da yeni bir saldırının olmasına sebep oldu. Bu sebeplerden bir tanesi de ilerleyen zamanlarda İslamofobi olarak oluşmuş ve daha sonrasında da haçlı zihniyeti olarak karşımıza çıkmıştır.

Abbasilerin kendi bünyesinde bulunan Türklere özellikle sınır boylarına yerleştirerek ve önemli devlet kademelerinde görevlendirerek, onlara karşı olan güvenini açıkça belli etmiş olup, Türklerin güvenlik ve asayiş konusundaki tecrübelerinden de faydalanmak istenilmiştir. Zira sadece Türk devletleri değil aynı zamanda Türk olmayan devletlerde Türklerin iç ve güven iç ve dış güvenlik konusundaki başarılarından etkilendiğini ve bu sebeplerden ötürü de toplumları içerisinde bulunan Türk unsurları önemli görevler verdiği görülmektedir.

İç ve dış güvenliğin en büyük ve en etkin gücü şüphesiz askerlerdi. Özellikle Selçuklularda şehir merkezlerinin asayiş ve güvenliğinden sorumlusu olarak Subaşıları mevcuttu. Bunlar savaş zamanında şehirlerin dışında kalan kaza, nahiye ve köylerdeki tımarlı sipahilerin komutanlığını yapmaktaydı.

Selçuklular daha sistematik bir güvenlik anlayışı oluşturmak adına ise yönettikleri toprakları Subaşılıklara ayılmış ve bu şekilde güvenlik merkezleri oluşturmuştur. Genel itibariyle Subaşıları kadılara tabii idi ve bir nevi kadıların yardımcıları konumundaydılar. Barış döneminde içişlerinde asayiş ve güvenliği sağlamak adına belediye ve inzibat işleriyle ilgilenirdi. Aynı zamanda bulundukları bölgenin askeri ve sivil en üst yöneticilerindendi. Sınır bölgelerinde yaptıkları görevlerde ise öncelikleri kaçakçılığı önlemek olduğu kadar dışarıdan gelebilecek tehlikeli ülkelere karşı gerekli savunma tedbirlerini ve hazır asker bulundurularak onların eksiklerini anında karşılamakla görevliydiler. Öte yandan ülkeye giren yabancı elçilerin nezaret etmekten görevlerinden bazılarıydı. Buradaki esas amaç ise elçinin farklı yollar izleyerek güvenliği tehdit edebilecek faaliyetlerde bulunmasını önlemektir. Ayrıca gece bekçisi olarak tabir edebileceğimiz görevliler ve şehirlerde bulunan kalelerin güvenliğinden sorumlu olarak da kütvallar bulunmaktaydı. Anlaşıldığı üzere Selçuklular güvenliğini sağlamak adına devlet yapısı içerisinde sadece bir birim ayarlanmamış ve askeri, mülki, sivil olmak üzere birçok alanda asayiş ve güvenlikten sorumlu birimler oluşturmuştur. Böylelikle her biri kendi görev alanıyla ilgili oluşacak olan bir güvenlik sorununa da anında müdahale edebilecek etkin bir rol üstlenmiştir. Her şeyden öte bu birimler sorumluluk alanlarıyla ilgili oluşabilecek herhangi bir konunun önceden tedbirinin alınması ve gerekli adımların atılması sebebiyle asayiş ve güvenlik noktasında çok fazla iş yükü oluşmadan işlerin yürütülmesini sağlamaları açısından bu husus önemli bir etkendir.

Güvenli ticaret adına ise kervansaraylar inşa eden Selçuklular kervansarayların güvenliğini için gerekli önlemler alarak bu yerlerde nöbetçiler görevlendirmiştir. Bu kervansaraylar tüccarların dinlendiği ve çeşitli hizmetlerden yararlandığı huzur ve refah içerisinde ticaret yapmalarına vesile olan yerlerdi ve haliyle çarşı ve pazarların güvenliği de ihmal edilmemiş, kontrol altında tutulmuştur.

Osmanlılarda ise asayiş ve güvenlik anlayışı Selçuklularda olduğu gibi kadılar ve subaşıları tarafından sağlanmaktaydı. Bunlara ek olarak ise ilerleyen dönemlerde sınırların genişlemesi ve beraber sancak ve eyaletbeyleri de bu konuda görevlendirilmiştir. İç güvenlik anlayışındaki sistemde büyük ölçüde Selçuklulardan etkilenmiş ve geliştirilerek devam ettirilmiştir. Asıl değişkenlik gösteren unsur askeri teşkilattaki yapılanmadır. Daha önce de değindiğimiz üzere asayiş ve güvenliğin iki önemli alanı vardır ki bunlar içişleri ve dışişleri idi. Osmanlı bu dönemde içişleriyle uğraşırken asıl mesele dış tehditlere karşı verdiği mücadele olmuştur.

Selçuklulardan süregelen İslamiyet karşıtlığı ve buna bağlı olarak Türkleri Anadolu’dan atma düşüncesiyle oluşan haçlı zihniyeti Osmanlılar döneminde de geçerli olmuştur. Dolayısıyla asayiş ve güvenliği tehdit eden bu unsurlarla mücadele etmek, en yoğun meselelerden birini teşkil etmiştir. Bu bağlamda Klasik Dönem olarak adlandırılan Kuruluş Döneminde Osmanlıların askeri teşkilatına değinmek gerekir. Çünkü söz konusu dönemde asayiş ve güvenliği sağlamanın en önemli unsurlarından bir tanesi de askeri teşkilatın varlığı idi.

Osman Bey zamanında düzenli bir ordu yoktu ve bunun yerine yaya ve müsellem adında bir teşkilat vardı. 1.Murat zamanında ise kapıkulu ocakları kurularak askeri sistemdeki eksiklikler giderilmeye çalışılmıştır. Piyadeler ve süvariler olarak iki ayrı kola ayrılan kapıkulu ocakları, kendi iç düzeninde bölümlere ayrılmış ve bu bölümlere ayrı bir görevlendirmeye dâhil olmuştur. Bu durum birimlere ayrılan Osmanlı ordusu için daha sistematik ve daha verimli bir teşkilatın kurulmasına vesile olmuştur. Öte yandan ilerleyen dönemlerde yardımcı kuvvetler, eyalet askerleri, donanma gibi gelişen ve değişen zamanın şartlarına göre Osmanlı ordusunda teşkilatlandırma sürdürülmüştür.

SONUÇ

Orta Çağ’da bağımsızlığını kazanan Türk devletlerinin temelinde adalet ve güçlü ordu teşkilatı vardır. Adalet anlayışı toplumsal huzuru ve refahı sağlamak ile toplumsal kültür korumak adına son derece önemli bir unsurdu. Dönemin yazılan eserlerini incelediğimizde de adalet ve güçlü bir ordu vurgusunu görmekteyiz. Göçebe hayat tarzı şartlarına göre asayiş ve güvenlik olgusu oluşturulmuş ve zamanla da geliştirilmiştir

İlk zamanlar genellikle dış ilişkiler asayiş ve güvenliğin temelini oluşturmuş, ilerleyen zamanlarda ise iç güvenlikte ihmal edilmez bir unsur haline dönüşmüştür. Her Türk devleti kendinden önceki Türk devletinin asayiş ve güvenlik konusunda yaptıklarını örnek alıp kendi zamanının şartlarına göre bunları geliştirmiştir. Özellikle istihbarat konusundaki faaliyetleri ve çeşitli birimleri oluşturulmasıyla daha hızlı ve sistematik bir güvenlik anlayışı içerisinde olan Türk devletleri, asırlar boyu süregelen Türk devlet güvenliği anlayışını oluşturmuştur.

Esas itibariyle bugün de var olan Türk devletleri kendinden önceki bahsettiğimiz Türk devletlerinden örnek alarak asayiş ve güvenliği şekillendirici faaliyetlerde bulunmuş ve zamanın şartlarına göre bu anlayışı teknolojik unsurlarla geliştirip iç ve dış tehditleri sağlama yoluna gitmişlerdir. İç güvenliğinin temel taşı adalet olurken dış güvenlikte askeri güç en önemli etken olmuştur.

KAYNAKÇA

Ahmet Taşağıl, Bozkırın Kağanlıkları, Kronik Kitap, İstanbul, 2020.

İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, TTK Yayınları, Ankara, 1977.

İlber Ortaylı, Kadı, TDV İslam Ansiklopedisi

Salim Koca, İlk Müslüman Türk Devletlerinde Teşkilat, C.3, Ankara,2002.

Yaşar Bedirhan, İslam Öncesi Türk Tarihi ve Kültürü, Eğitim Kitabevi Yayınları, Konya, 2004.

Yavuz Delibalta, Selçuklularda İstihbarat, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2018.

Alpcan Sakal
Giresun/Tirebolulu olan Alpcan Sakal, 2018 yılında "Topal Osman Ağa'nın Öldürülmesi" konulu bitirme tezi ile Gümüşhane Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünden mezun olmuştur. İlgi alanı Orta Çağ Türk Tarihi olup bu konu üzerinde çok sayıda yazdığı makaleler mevcuttur. 2013 yılından beri Giresun Işık Gazetesi'nde köşe yazarlığı yapmaktadır. Öte yandan bir müddet Tireboluhaber.net sitesinde haber editörlüğü görevi yürütmüştür. Tarihi, halk diline indirgeyerek herkesin anlayabileceği ve sevebileceği bir tarih yazımı içerisinde tarih bilinci oluşturmayı amaçlamaktadır.

Vahîdeddin’in Atatürk’ü Kurtuluş Savaşını başlatması için gönderdiği doğru mu?

Önceki yazı

Mete’nin adı, aslında Mete midir?

Sonraki yazı

Bu yazılar da ilginizi çekebilir

Yorumlar

Bir yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla yazı Orta Çağ