Gerileme DönemiGörsel TarihYazarlar

II. Mahmud Suudi Kralın büyük dedesini neden idam etti?

0

30. Osmanlı Padişahı II. Mahmud, bugünkü Suudi Arabistan Kralı Selman’ın büyük dedesi Abdullah Bin Suud’u 1818 yılında idam ettirmiş.

Peki ama neden?

Günümüzde Arap Yarımadası’nda bulunan en büyük ülke olan[1] Suudi Arabistan Krallığı ismini Suud Ailesinden almıştır.[2]

Suûdîler bugün kabaca bir hesapla 15 bin, belki de daha fazla üyesi olmasına rağmen, gücü ve zenginliği elinde toplayan yaklaşık 2 bin kişiden oluşmakta.[3]

Bu şanslı 2 bin kişiden biri olan ve 7. Suudi Arabistan Kralı olarak ülkeyi yöneten Selman, abisi Kral Abdullah’ın 2015’te ölümünden sonra tahta geçmişti. Sırasıyla tahta çıkan bu iki kral, Suudi Arabistan’ın kurucusu ve ilk kralı olan Abdülaziz bin Abdurrahman bin Faysal Âl-i Suud veya bilinen adıyla İbn Suud’un sahip olduğu 25 eşinden meydana gelen 45 oğlundan sadece ikisiydi.

Suudi Arabistan’ın var oluş tarihini Osmanlı Devleti zamanında gerçekleşen Vehhâbî-Suudi ittifakında aramak gerekiyor.

Arap Yarımadası Yavuz Sultan Selim döneminden itibaren Osmanlı Devleti’nin denetiminde bulunmaktaydı. 1744 senesinde ilk Suudi Devleti olan Dir’iye Emirliği, bahsettiğimiz ailenin bir ferdi olan Muhammed bin Suud tarafından kurulmuştu.

Bu sırada, Arabistan’ın Necid bölgesindeki Uyeyne’de Hanbelî kadısının oğlu olarak 1703 yılında dünyaya gelen Muhammed bin Abdülvehhâb, eğitim amacıyla gittiği Mekke ve Medine’de dini düşüncelerini geliştirmiş, babasının 1740 yılında vefatı ardından, şirk olarak gördüğü bazı dinî uygulamalara karşı çıkan dini bir hareket oluşturmaya çalışmıştı.

Burada kendisine karşı muhalefetin şiddetlenmesi üzerine doğduğu şehir Uyeyne’ye gitmiş ama orada da aynı muameleye maruz kalınca, bu sefer 1745’de Suud Ailesinin kontrolü altında bulunan Dir’iye’ye gitmişti.[4]

Yolları işte bu şekilde kesişmiş olan Muhammed bin Suud ve Muhammed bin Abdülvehhâb arasında 1744 veya 1745 yılında sözlü olarak bir anlaşmaşma yapılmış olduğu söyleniyor. Böylece Vehhâbî-Suudi ittifakı başlamış ve 1932’de resmi olarak Suudi Arabistan Krallığı adını alacak olan bu ülkenin temelleri, bir din şeyhi ile bir kabile şeyhi arasında yapılan bu antlaşma ile atılmıştı.[5]

Zaman içerisinde Suudi ailesinin politik gücü, Vehhâbî akımının fikirleri ile birleşerek Dir’iye sınırlarını aştı. Civar kabilelere cihad açarak askeri ve ekonomik güçlerini ilerlettiler.

Bu olaylar gerçekleşirken Ruslarla yapılan savaşlar yüzünden, Osmanlı Devleti’nin güçlenen Vehhâbîliğe müdahalesi gecikmişti.

Ardından 1798 tarihinde Fransa’nın beklenmedik bir şekilde Mısır’ı işgali etmesi elbette Vehhâbî-Suudilerin işine yaramıştı.

21 Nisan 1802’de seksen yaşındaki babasına vekalet eden Abdullah bin Suud, 14 bin askeriyle Kerbelâ’yı basmış, Gadîr-i Hum Bayramı ibadet halinde bulunan 5 binden fazla Şiî’yi öldürmüştü.[6]

Abdullah bin Suud insan kıyımı ile de yetinmemiş, peygamberin torunu Hüseyin’in sandukasını ateşe vermiş, türbe içerisinde bulunan yüzlerce deve yükü altın ve gümüş eşyayı da yağmalamışlardı.

Fransızlarla 1802’de imzalanan barış antlaşması ile Mısır’ı resmen boşaltmayı kabul etmişti ama bu savaş neticesinde Rusya ile ilişkiler bozulmuş, sonucunda 1805’te Rusya ile 1912 yılına kadar sürecek savaş çıkmıştı.[7]

Büyük devletlerle çıkan bu sorunlar içerisinde Vehhâbî-Suudiler’in, İslâm’ın iki kutsal şehri olan 1805’te Medine’yi, ertesi yıl ise Mekke’yi ele geçirmesi önlenememiş ve Osmanlı İmparatorluğu’nun prestiji hem halifelik bakımından, hem de saltanat bakımından bir hayli sarsılmıştı.

1805’te paşa unvanı alarak Mısır Valisi olarak tanınan ve 20 sene içerisinde 20-30 bin kabiliyetli eğitimli asker ve 15-20 gemilik donanma gücüne erişecek olan Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın çok ayrı bir hikayesi olsa da, bugün biz konumuza bağlı olarak Vehhâbî-Suudiler üzerine yaptığı seferlerden bahsedeceğiz.

1808’de tahta çıkan II. Mahmud Hicaz üzerine sefere çıkılması için 1811 yılında Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’ya bir ferman göndermişti.[8]

Nitekim, Mehmed Ali Paşa, Suûdîler üzerine 1811’de oğlu Ahmed Tosun Paşa ve 1812’de Hazinedar Ahmed Paşa kumandasındaki orduları, Hicaz’a sevk etmiş ve bir yıl süren uğraşlar sonucunda Mekke ve Medine geri alınmıştı.

Mehmed Ali Paşa, en küçük oğlu İsmail’i İstanbul’a göndererek, Mekke ve Medine’nin anahtarlarını Sultan’a teslim etmişti.[9] Bu şehirlerin geri alındığı haberi Başkent İstanbul’da gerçekten olumlu bir hava yaratmıştı.

Bununla birlikte, 1814 yılı Mayıs başlarında önemli bir gelişme daha oldu. Suudilerin başındaki Abdülazîz vefat etmiş, onun yerine Kerbelâ yağmasını yapan oğlu Abdullah bin Suûd geçmişti.

Yıl boyunca Hicaz ve çevresinde Vehhâbîler üzerine yapılan seferlerden başarılı neticeler alınamamıştı. Kavalalı Mehmed Ali Paşa üzerinde Bâbıâli baskısı artınca büyük oğlu İbrâhim Paşa’yı görevlendirmek zorunda kaldı. Onun komutasındaki Mısır’daki askerî harekât yaklaşık 2 yıl sürdü.

Suûdîler elindeki bütün güçleri ile ilk çıkış noktaları olan Dir’iye şehrine geri çekildiler.

Abdullah bin Suûd hemen teslim olmamış ama İbrâhim Paşa askerleri karşısında bozguna uğramıştı.

Abdullah bin Suud’un yakalandığı haberi İstanbul’a ulaştığında şehirde 3 gün şenlik yapıldığı ve İstanbul’daki kale ve kulelerden günde 3 defa toplar atıldığı söylenmekte.[10]

Ahmet Cevdet Paşa’nın yazdığı 12 ciltlik meşhur “Tarih-i Cevdet” isimli eserinde, Suudi Arabistan Kralı Selman’ın büyük dedesi Abdullah Bin Suud’un ve yanındakilerinin İstanbul’a getirilişi ve idamları şöyle anlatılmıştı:

Esir alınan Abdullah ve bir kısım adamları önce Mısır’a, oradan da deniz yolu ile İstanbul’a gönderildi.

14 Aralık 1818 tarihinde İstanbul limanına vardıklarında Eyüp yakınındaki Defterdar iskelesine çıkarıldılar. Abdullah bin Suûd ve yanındakilerin boyunlarına çifte zincir vurulmuş, Divanyolu’ndan geçirilip Babıáli’ye getirilerek önce sadrazamın huzuruna çıkartılmışlardı.

Sultan II. Mahmud’un talimatıyla, bostancıbaşı hapishanesine gönderildiler. Mekke ve Medine’yi işgal ettikleri zaman yağmalayarak almış oldukları mal ve eşyayı incelemek için tutuklanıp 3 gün sorguya çekildiler.

Sonra Padişah, Eski Saray’a geldi. Sultanın huzurunda yapılan cirit ve mızrak oyunları esnasında tutuklular da oraya getirilerek, orada bulunanlara seyrettirilmişti.

Padişahın emriyle Yalı köşkü önüne gönderilen Abdullah bin Suûd ve yanındakiler, orada idam edildiler.

Rus diplomatik yazışmalarına göre, Suudi hükümdarın başı kesildikten sonra cesedi, kesik başı kolunun altında olacak şekilde 3 gün boyunca halkın önünde teşhir edilmişti.[11]

Elbette hiç kimse annesi, babası veya dedesinin yaptıklarından sorumlu tutulamaz. Kimseyi de bunun için suçlayamayız.

Aşikâr olan bir nokta var ki, bir süre yatışmış gibi görünen Vehhâbî-Suudi hareketinin Osmanlı egemenliğindeki bölgeler üzerindeki güç mücadelesi burada kalmayacaktı. Sadece 6 yıl sonra, 1824 yılında Suudi ailesi tarafından kurulan Necid Emirliği bunun bir göstergesiydi.

Kaynakça:

[1] Arap Yarımadası’nda yer alan diğer ülkeler Yemen, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn (ada ülkesi), Kuveyt, Irak ve Ürdün’dür.

[2] Selda Güner, Osmanlı Arabistanı’nda Kıyam ve Tenkil – Vehhâbî-Suûdîler 1744-1819, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, Ekim 2013, s. IX

[3] “The Acton princess calling for reform in Saudi Arabia”, Cahal Milmo, Independent, 3 Ocak 2012

[4] Mehmet Ali Büyükkara, “Vehhâbîlik”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 42. cilt, İstanbul 2012, s. 611

[5] Selda Güner, a.g.e., s. X

[6] Sayed Khatab, Understanding Islamic fundamentalism : the theological and ideological basis of al-Qa’ida’s political tactics, American University in Cairo Press, 2011, s. 74, Richard C. Martin, Encyclopedia of Islam and the Muslim world, New York: Macmillan Reference USA, 2003, s. 387

[7] Rifat Uçarol, Siyasi Tarih (1789 -1994), Filiz Kitabevi, Birinci Basım, İstanbul 1995, s. 91-97

[8] Selda Güner, a.g.e., s. 165

[9] Selda Güner, a.g.e., s. 186

[10] Selda Güner, a.g.e., s. 209

[11] Yaroslav Trofimov, “The Long Struggle for Supremacy in the Muslim World, 26 Ekim 2018

Cihan Oktay
2014 yılında Türkeli Dergisinde yazarlık yapmaya başlayan yazar, derginin kapanmasıyla birlikte, Türkçe Tarih Dergisi‘ne kuruculuk etmiş ve günümüzde de yazılarını burada yayınlamaktadır. Yazar Türkçe Tarih sistemi üzerinde genellikle Milli Mücadele, Atatürk ve Türk Devrimleri üzerine yazılar yazmaktadır. Uzun bir süredir, Rıza Nur ve Hatıratı üzerine araştırmalar yapmakta ve bu çalışmaları ile tanınmaktadır. Diğer önemli tarihçilerle birlikte kolektif olarak yayınlanan "Şahsiyetler" isimli kitapta, Doktor Rıza Nur biyografisi kaleme almıştır.

Türklerin Yılbaşı ve 12 Hayvanlı Türk Takvimi

Önceki yazı

İstanbul’da Stokçuluk Yapan 18 Yeniçeri Mensubu Esnafın Kaleye Sürülmesi

Sonraki yazı

Bu yazılar da ilginizi çekebilir

Yorumlar

Bir yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla yazı Gerileme Dönemi