0

Ankara Belediye Başkanı Vedat Dalokay’ın başkentin Sıhhiye meydanında diktirmekte olduğu “gümüş kursu” çeşitli yorumların yapılmasına yol açtı. Bu konuda birbirine ters düşen bazı demeçler ve bunların yanı sıra büsbütün ayrı anlam taşıyan eleştirirler konuya güncel bir nitelik kazandırdı.

Tartışmalara bir uzmanın katılmasında ve soruna bir arkeolog ve tarihçi olarak yaklaşmasında yarar olduğu düşüncesindeyim.

Söz konusu anıt, Anadolu’da m.ö. 2500-2000 arasında yaşamış olan Hatti krallarının egemenlik “Alem”lerinden birinin büyütülmüş bir örneğidir. Anıta örneklik yapan bronuz eserleri her Türk aydını okul tarih kitaplarından tanımaktadır. Onları Atatürk ‘ün başlattığı ilk Türk Tarih kurumu kazılarından biri olan Alacahöyük’te remzi Oğuz arık ve Hamit Koşay gün ışığına çıkarmışlardır. Şimdi Ankara’daki “Anadolu medeniyetleri Müzesi”nde yer almaktadırlar.

Boğa boynuzunun Üstünteki Evren:

Belleğimizi iyice yoklarsak, kimi ayrıntıları gümüş ya da altınla kaplı bu bronz alemlerde boğa ve geyik gibi hayvanların çelenk biçimli bir çerçeve içinde durdukları gözümüzün önünde canlanacaktır. Bunlardan bir taneside bir çift boğa boynuzu üstünde türü pek belli olmayan bir hayvanın etrafını çevrine çelenkten, ışınlar çıkmakta olup alemin toptan görünüşü güneşi andırmaktadır. Bu örnek göz önünde tutularak söz konusu eserlerin evreni canlandırdıkları kabul edilmiştir. Nitekim, Anadolu’da daha sonra yaşamış olan ve kendilerini “Güneş”olarak adlandırılan Hitit krallarının güneş anlamına gelen hierogliflerinde etrafı ışınlarla süslü bir çember yer almıştır. Kaldı ki ışınsız çelenk biçimli alemler de gerçekten gökyüzü yuvarlağının çember biçimindeki görünümünü yeterince canlandırmaktadır Bu evren çemberinin ortasında yer alan heykelciklerinden her biri bir tanrıyı simgelemektedirler. Boğalar en büyük erken tanrıyı, geyikler ise Hattilerin “Vuruşemi” diye adlandırdıkları en yüce kadın tanrıyı temsil etmekteydiler. Rahipler dinsel törenler sırasında bir sopanın ucuna taktıkları bu simgeleri alay geçidinin önünde taşıyorlardı. Alemlerin bir çoğunda, evrendeki yıldızları tasvir ettiklerini düşünebileceğimiz sopanın ucundaki alemleri salladıkları zaman bu sallantılar ses çıkarmaktaydılar. Belki de böylece dikkatleri üzerlerine çekiyorlar, yerine göre de bir duanın bittiğinin ya da başlayacağını vurguluyorlardı.

Bütün bu kral alemlerinin hemen hepsi bir çift boğa boynuzu üstünde yer almakta yani onlar tarafından taşınmaktadırlar. Bu durumu gözününde tutan bu satırların yazarı söz konusu alemleri bugünü bile yaşayan bir masalla bağlamıştır.

Hemen hepimiz bize anlatılan masallar arasında şu bir tanesi de dinlemişizdir; “Dünya bir öküzün boynuzları üzerinde duru ve öküz başını salladığında yer sarsıntısı olur.”

Hattiler kimdir?

Hattiler, hint – Avrupa ya da Sami dillerle ilişkisi olmayan kendilerine öz bir dil konuşuyorlardı ve bütün görüntülere göre yerli bir Anadolu kavmiydiler, çok yüksek bir uygarlık düzeyinde oldukları için M.Ö. 2000 yıllarında Anadolu’ya gelen ve kendilerini egemenlikleri altına alan Hititler’i büyük çapta etkilemişlerdi. Öyle ki, hititler din ve mitoloji konularında bile önemli ölçüde Hattilerden esinlenmişler, devlet ve sarayla ilgili tören kurallarını hattilerden almışlar, Hattiler’in kent, dağ ve kral adlarını kullanmışlar Hatti sözcüklerini yalnız eklerle Hititleştirmişlerdir. Söz gelimi, Hititler’in merkezi olan Hattuşa sözcüğünün aslı Hattuş olduğu gibi hitit Kralı Hattuşili’nin adı da yanı Hattuş sözcüğünden gelir. Hatti etkisi o denli büyük olmuştur ki Hititler egemenlikleri altına aldıkları Anadolu’dan söz ederlerken bile “hatti ülkesi” deyimini kullanmışlar ve bu yüzden Boğazköy’de ilk ele alınan metinlerde yalnızca bu ada rastlandığı için bu dili çözen bilim adamları aslında “Nesi” adını taşıması gereken bu Hint-Avrupalı kavmi “Die Hethiter”, “Les hittites”, “The hittites” biçiminde adlandırmışlardır. Bizde önce Eti sözcüğü kullanılmış şimdi de Hitit adı yer etmiştir.

böylece, söz konusu eserlerin Hititler’le değil onlardan önce Anadolu’da yaşamış olan Hattilerle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Demek ki, Ankara’da Sıhhiye meydanında dikilecek olan anıt Anadolu’nun adı bilinen en eski ve yerli kavim olan ve bu topraklarda 2500-2000 tarihleri arasında büyük bir uygarlık yaratmış olan hattiler’le ilgidir. Böyle olduğuna göre başkentimizde onlarla ilgili bir anıtın dikilmesini eleştirmek yerine, alkışlamak gerekmektedir. Bu topraklara bağlılığımızı Hatti uygarlığının mirasçısı olduğumuz belirtmekle anlamlı bir biçimde dile getirmiş oluruz.

Nitekim Türk Halkı Atatürk devrinde ortaya konmuş olan Etibank örneğine uyarak bu anlamlı davranışı çoktan benimsemiştir. Kimi yiyecek, giyecek ve içeceğin, kimi kullanma arasının adı bugün Eti ya da Hitit adını taşımaktadır. Hacettepe Üniversitesi’nin stilize edilmiş hayvan biçimindeki simgesi de Hatti örneklerinden esinlenerek oluşturulmuştur. Yerli otobomillerimizden birinin belirteci “alameti farika”sı Hattiler’in en büyük dişi tanrısı, anadolunun adı bilenen en eski ilahesi, Vuruşemu’nun simgesi olan geyiktir.

Ya Hititler?

Hint-Avrupalı olan Hititler Anadolu’ya 2000 yıllarında gelmiş ve bu topraklarda büyük ölçüde Hatti Uygarlığı temelleri üzerine kurdukları ve M.Ö. 1200 yıllarına değin yaşayan özgün bir uygarlık oluşturmuşlardır. Hititler’in Türk olmadıkları bir gerçektir. Ancak Anadolu’nun birçok yörelerinde katıksız diyebileceğimiz ölçüde Hititler bugün bile yaşamaktadırlar. Bugünkü Türk ulusu, eski Anadolu’da yaşamış kavimlerle Türklerin kaynaşmasından ortaya çıkmıştır. Bir başka Deyişle Türkiye Türkleri, canları kanları ile Anadolu’ludurlar. Hiç bilinmez,

Belki de bu anıtın dikilmesini yadırgayan yazarlardan kimilerinde Hatti ya da hatti ya da Hitti kanı bile bulunabilir.

Hattiler ve onlar ölçüsünde Hititler bizim atalarımız, biz de onların torunlarıyız. Böylece rık bakımından bile bağlı olduğumuzu eski Anadolu topluluklarının her çeşit kalıntısı bizim kültür mirasımızdır. Bu kutsal emaneti korumak onu sevmek ona saygı göstermek ulusal ödevimizdir.

Kaynakça:

8.11.1977 tarihli Milliyet’ten

Kaynak:

Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal, Hattiler, Hititler ve Güneş Kursu, Belleten Nisan 1977, Cilt: XLI, Sayı: 162, Sayfa: 421

Türkçe Tarih

Selçuklular ve ataları

Önceki yazı

Düşman topraklarımıza bastığı günden beri içim yanıyor!

Sonraki yazı

Bu yazılar da ilginizi çekebilir

Yorumlar

Bir yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla yazı Kültür ve Sanat Tarihi