Gerileme DönemiGörsel TarihYazarlar

Fransa’nın Osmanlı Cezayir’ini işgal bahanesi

0

Bir televizyon dizisinde, Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid’in İngiliz elçisine tokat atması, tümüyle bir hayal ürünü olmasına rağmen, Fransız Konsolosun yüzüne yelpaze ile vuran Osmanlı Dayısı Hüseyin, Fransa’nın Cezayir’i işgal etmesine bahane olmuştu.

Dayı sadece annemizin erkek kardeşlerine verdiğimiz bir isim değildi.

16. yüzyılda sırasıyla fethedilerek “Garb Ocakları” olarak anılan Cezayir, Tunus ve Trablusgarp bölgeleri,[1] Osmanlı yönetimi altında “Beylerbeylik, Paşalık, Ağalık ve Dayılık” dönemleri olarak ele alınıyor.

Oruç Reis 1516’da Cezayir şehrini zaptetmişti. 2 sene sonra, İspanyollarla mücadele ederken şehit olmuştu.

Onun küçük kardeşi Hızır Reis, İspanyollarla tek başına başa çıkamayacağını fark edince, 1520’de Cezayir’i “Padişahın ülkesi” ilan edip, Osmanlı Devleti’ne bağlılığını bildirmişti.[2]

Yavuz Sultan Selim de Cezayir’e gönüllü olarak gideceklere yeniçeri imtiyazları tanınacağını duyurunca, 2 bin kişi buraya gelerek Yeniçeri oldular.[3]

1529’da Osmanlı Devleti’nin desteğini alarak Cezayir’i kesin olarak ele geçiren Hızır Reis, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1534 yılında Cezayir Beylerbeyi olarak atanmış, 2 sene sonra da Kaptan-ı Deryâlık makamına getirilmişti. Böylece resmi olarak Barbaros Hayrettin Paşa ismiyle anılır oldu.[4]

Ünlü denizci Barbaros kardeşler zamanında Cezayir’de bu şekilde başlamış olan Türk hakimiyeti, zaman içerisinde merkezi otoritenin zayıflamasıyla, işte bu yeniçerilerin eline geçmişti…

Padişah tarafından atanan ve eyaletleri idare eden beylerbeylerinin yerini paşalar, onların yerini de Yeniçeri Ağaları almıştı. Nihayetinde Ağalar Saltanatı da 1671’de yaşanan Yeniçeri ayaklanması ile ortadan kaldırılmıştı.[5]

İşte bu tarihten itibaren, Ocaklar, “Dayı” denilen yeniçeriler tarafından yönetilmeye başlandı ve merkezi otoriteden giderek uzaklaşan Cezayir Dayıları, giderek güçlenecek ve Osmanlı’dan bağımsız birer eyalet olarak davranma eğilimine gireceklerdi.[6]

Cebelitarık Boğazına yakınlığı sebebiyle stratejik bir konumda bulunan Cezayir, yelkenli ve çektiri tipi gemilerin zaman içerisinde yaygınlaşmasıyla, çok uzun yıllardan beridir, Akdeniz ve Atlas Okyanusu’nda deniz yoluyla ticaret yapan devletlerin gemilerini yağma eden korsanlık faaliyetlerinde bulunmaktaydı.

Haraç vermeyen devletlerin gemileri bağlanıp, tayfaları esir ediliyor, Cezayir’e köle olarak getiriliyordu. Bir ara Cezayir’de sayısının 50 bini bulduğu bu esirler, adam başına belirli bir para almak suretiyle serbest bırakılırlardı.

Konuya örnek oluşturması bakımından, “Don Quijote”un (Don Kişot) yazarı Miguel de Cervantes’in Cezayir’den gelen Türk korsanlara esir düşmesi olayını anlattığım videoya bakmayı ihmal etmeyin! Açıklama kısmına videonun bağlantı adresini bırakıyorum.

Bu arada, 1789’da Fransız Devriminin gerçekleşmesinden bir süre sonra, Avrupa devletleri ile savaş halinde olan Fransa, ülkenin bir bölüm tahıl ihtiyacını Cezayir’den karşılamaktaydı.

Fransa, Cezayir Dayısı İzmirli Hüseyin Paşa’nın[7] izniyle, Nephtali Busnach ve “Yahudiler Kralı” olarak tanınan amcası Joseph Bacri isimli iki Yahudi tüccar aracılığıyla, 15 milyon frank tutarında buğday satın almıştı.

Hüseyin Dayı’nın Yahudi tüccarlardan gecikmiş vergilerini ödemelerini istemesi üzerine, onlar da Fransa’dan alacakları parayı tahsil edemediklerini, bundan dolayı vergilerini ödeyemediklerini söylemişlerdi.

Nihayet Fransa borcu ödemeyi kabul etti; fakat Yahudi tüccarların Fransa’ya bir kısım borçları olduğunu ileri sürerek, sadece 2 taksit ödemekle yetinmiş, kalan 7 milyon Frank civarındaki borcunu hala ödememişti.

Parayı tüccarlardan temin edemeyeceğini anlayan Hüseyin Dayı, bu sefer borçların tahsili için, doğrudan Fransa Kralı, Dışişleri Bakanı ve Meclis Başkanı’na üç mektup göndermiş; fakat hiç bir cevap alamamıştı.[8]

29 Nisan 1827 yılı Ramazan Bayramı’nda bütün konsolosluklar Cezayir Dayısı’nı ziyarete geldiler.

Hüseyin Dayı’nın, ödenmeyen borç para hakkında Fransa’ya mektup gönderdiğini ama ne kralın, ne de hükümetin kendisine bir cevap vermediğini, Fransız Konsolosu Pierre Deval’e sorunca, Fransa Kralının bir Cezayir Dayısına mektup yazacak kadar alçalamayacağı anlamına gelen bir cevap[9] alması üzerine, sinirlenerek eline geçirdiği yelpaze ile Deval’in suratına iki-üç defa vurdu.

Tabi olanları ülkesine karşı yapılmış bir hakaret olarak sayan Fransa, 2 ay içerisinde Cezayir açıklarına bir donanma göndererek, Hüseyin Dayı’nın özür dilemesini istedi.

Hüseyin Dayı özür dilemeyince, Fransız İmparatorluğu Cezayir limanlarını 16 Haziran 1827 tarihinde abluka altına aldı.

Buğday satışı nedeniyle ortaya çıkan alacak-verecek meselesinde, Yelpaze olayı adıyla tarihe geçen bu olay, Frengistan’ın Cezayir’i işgal etmesi için bir bahane olmuştu.

Televizyonda gösterdikleri gibi Sultan II. Abdülhamid, İngiliz elçisine tokat atmış olsaydı, acaba hangi olayların yaşanmasına bahane olurdu?

1821’de başlayan Yunan Ayaklanmasına destek olmak için Mora’ya 30 bin kişilik bir kuvvet göndermiş olan Fransa da, geçen 3 yıl boyunca şehri denizden kuşatmaktan fazla bir şey yapamamıştı.

Cezayir kıyılarına çıkan az sayıdaki Fransız kuvvetleri Hüseyin Dayı’nın direnişi ile karşılaşmaktaydı.

Osmanlı Devleti için ise 6 yıldan beri devam eden Fransa’nın Mora işgali, Balkanlarda istiklal mücadeleleri, 20 Ekim 1827’de Navarin’de yaşanan Osmanlı-Mısır donanmasının yok edilmesi, ertesi yıl çıkan Osmanlı-Rus Savaşı, Cezayir sorununa politik yollarla çözüm aramaktan başka bir seçenek bırakmıyordu.[10]

Ablukanın getirdiği ve olası bir seferin ortaya çıkaracağı ekonomik maliyeti önlemek adına, Fransızlar Osmanlı’nın Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yı kullanmak istemişlerdi.[11]

Fransız Dışişleri Bakanı Polignac, ülkesinin ordusunu tehlikeye atmaksızın, Suriye üzerinde güç elde etmek isteyen Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya Garp Ocaklarını işgal ettirerek, yönetimi ele almasını teklif ettiler.

Böylece Cezayir Dayısı cezalandırılmış ve onun yerine yönetimi ele geçirecek olan Mehmet Ali Paşa’ya bu fırsatı vermiş olan Fransa’nın isteklerini yaptırabilme şansını bulacaklardı.

Ancak bu planı uygulamaya koymak için bir donanma, 4 yıl sonra ödemek kaydıyla 4 milyon thalari ve hibe olarak da 80 toplu 4 gemi isteyen Mehmet Ali Paşa’nın bu isteklerini abartılı bulup kabul etmeyince, Fransa, Paşa’yı Cezayir’e sevkten vazgeçmiş ve kendi ordusuyla askeri harekat kararı almıştı.

Dahası 1811’den başlayarak Vehhâbî-Suudi sorununu çözmek ile görevlendirilen ve nihayet 1818’de bunu başarmış olan ve Yunanlıların bağımsızlık yolunda giriştikleri Mora İsyanının 1825-1827 yılları arasında bastırılmasında yardımcı olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa, yaptığı bu yardımlar karşılığında, Osmanlı Devleti’nden Suriye vilayetinin yönetimini kendisine verilmesini istemekteydi.

Osmanlı Devleti’ndeki isyanları bastıran Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın istekleri gerçekleşmeyince, Osmanlı Hanedanı’nın gücünü tehdit eden bir isyancıya dönüşecekti.

Fransız filosu, General Louis de Bourmont komutasındaki 100 savaş gemisi ve yaklaşık 500 sivil taşıt gemisi ile yaklaşık 38 bin kişilik bir ordu taşımaktaydı.[12]

14 Haziran 1830’da Fransızlar, Cezayir’in Sidi-Ferruch limanına girerek çıkarma yaptılar.

5 Temmuz 1830 tarihinde Fransızların eline düşen Cezayir, Afrikada kaybettiğimiz ilk toprak parçası olmuştu.

Fransa’nın Cezayir’i işgal etme istek ve kararını, tek başına Cezayir Dayısı Hüseyin Paşa’nın Fransız konsolosuna yelpaze ile vurması ile açıklamaya kalkmak ancak; Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasının nedenini Avusturya veliaht prensinin bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi sebebiyle tek başına açıklamaya kalkmak kadar doğru olabilir.

Hüseyin Dayı Fransa’dan özür dilemiş olsa bile Fransa’nın Cezayir’i başka bir bahaneyle işgal etmesi çok yüksek ihtimaldi.

Nitekim, Napolyon’un casusu olarak adlandırılan Vincent-Yves Boutin, daha 1808 yılında Cezayir’e giderek, şehrin savunma durumu hakkında 42 sayfalık bir rapor ve harita çıkarmıştı. Bu rapor bölgenin topografyası dikkate alındığında, Cezayir şehrine yapılacak bir çıkarmanın, en az 35-40 bin asker ile Sidi-Ferruch limanından yapılması gerektiğini belirtiyordu.[13]

Tabi Avrupa’daki karışıklıklar yüzünden Napolyon, burayı işgal etmek için hazırlatmış olduğu sefere o anda çıkamamıştı ancak; aradan 22 sene geçtikten sonra gerçekleşen Fransız çıkarmasının birebir olarak uygulanmış olması sizce de ilginç değil mi?

Kaynakça:

[1] “Garb Ocakları”, Mustafa Koç ve Ali Çelebi, Tarih Terimleri Sözlüğü, Türkçe Tarih

[2] Ercüment Kuran, Cezayir’in Fransa tarafından işgali karşısında Osmanlı Siyaseti, İstanbul

Üniversitesi Yayını No. 731. 1957, s. 3

[3] Aysel Fedai, Fransa Hakimiyeti’nde Cezayir (1914-1954), Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, 2008, s. 42

[4] Prof. Dr. Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Türk Tarih Kurumu, 1997, s. 187

[5] Aysel Fedai, a.g.e., s. 38

[6] Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Nizam-ı Cedid ve Tanzimat (1789-1856), Cilt: 5, Sekizinci Baskı, Ankara 2007, s. 123

[7] Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, a.g.e., s. 123

[8] Mehmet Nam, İşgalden İstiklale Cezayir”, Tarih Dergisi, Yıl 2012, Sayı: 55, 28 Kasım 2013, s. 160

[9] “Fransa Kralı ve cumhuru sana kâğıd tahrir itmez ve mersul kâğıdlarına dahi karşuluk irsal itmez” bkz: Prof. Dr. Fahir Armaoğlu, a.g.e., s. 69

[10] Mehmet Nam, a.g.e., s. 161

[11] Selda Kayapınar, Cezayir’in İşgali Öncesinde Fransa’nın Mehmet Ali Paşa’yı Kullanma Planı, Journal of Humanities and Tourism Research, Yıl 2022, Cilt: 12 Sayı: 1, s. 75

[12] Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, a.g.e., s 124, Mehmet Nam, a.g.e., s. 163

[13] Mohammed Salah Boukechour, Le rapport de Vincent-Yves Boutin sur la régence d’Alger. Pour une nouvelle réflexion sur l’histoire de l’Algérie coloniale, 119-131

Cihan Oktay
2014 yılında Türkeli Dergisinde yazarlık yapmaya başlayan yazar, derginin kapanmasıyla birlikte, Türkçe Tarih Dergisi‘ne kuruculuk etmiş ve günümüzde de yazılarını burada yayınlamaktadır. Yazar Türkçe Tarih sistemi üzerinde genellikle Milli Mücadele, Atatürk ve Türk Devrimleri üzerine yazılar yazmaktadır. Uzun bir süredir, Rıza Nur ve Hatıratı üzerine araştırmalar yapmakta ve bu çalışmaları ile tanınmaktadır. Diğer önemli tarihçilerle birlikte kolektif olarak yayınlanan "Şahsiyetler" isimli kitapta, Doktor Rıza Nur biyografisi kaleme almıştır.

İstanbul’da Stokçuluk Yapan 18 Yeniçeri Mensubu Esnafın Kaleye Sürülmesi

Önceki yazı

Ana baba şefkatinden mahrum Alemdar Mustafa Paşazade Mustafa’ya maaş bağlanması

Sonraki yazı

Bu yazılar da ilginizi çekebilir

Yorumlar

Bir yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla yazı Gerileme Dönemi