0

Millî destanlar, tarihî vak’aları tasvirden ziyade milletin yüksek millî duygularını intikâs ettiren, tamamıyla ve yahut az çok tarihe müstenit bir ideal âlemi gösteren halk edebiyatı eserlerinden ibarettir.

Millî destanlar ( epopee ) meselesini ciddî surette tetkik gedenler Fransız (Roland)ı, Alman (Nibelungen Lied), Rus ve Hintlilerin destanlarından ziyade Eski Yunan (Odyssee ve İliade), İran (Şehname), Fin (kalevala), Türk‐Kırgız (Manas) destanlarını esas edinmişlerdir. Çünkü bu sonuncular destanların en epik olanlarıdır. Bu yoldaki tetkiklerden alman âlimlerinden Niese’nin Yunan destanlarına, Steinthal’in Finlere, Radloff’un Türklere ve bu yıl ölen Th. Nöldeke’nin de.

İran destanlarına ait eserlerini nazarda bulunduruyorum. Bunların tetkik ettikleri destanlar (Türk müstesna) mezkûr kavımlarda millî vahdetin idrak edildiği bir devirde bir millî şair tarafından tanzim edilip tam ve muayyen bir kül şeklini almış olan eserlerdir.

Homer, Firdevsî, Finli Lönnort zamanının münevver adamları olmakla beraber asırlarının ileri gelen mîllî halk şairleri idiler. Destanların bu zîkrolunan üç millette görülen mükemmel ve muayyen şekli umumiyetle bu gibi destanların teşekkülünde geçirilmesi icap eden tekâmül safhalarının mahsulüdür.

1) Destan tertibine tab’an mütemayil olan bir millet muhtelif devirlerde ve yahut o milletin daha birleşmiş olmayan muhtelif kısımları uzun zaman zihinleri işgal eden vakıalar, maceralı dahilî hayat geçiriyor. Yahut heyecan verici bir dinî ve fikrî hayat an’anelerine malik oluyor.

Bütün bunlar da o cemiyetin halk şairleri (“Aöde”ler) tarafından büyük ve yahut ufak destan eczası (Episode Keder) şekli verilerek söyleniyor.

2) Kendisinde hakiki destancılık (Epik) tekâmül edene kadar bu millet, ciddi medenî tesire kapılmamış olduğu bir devirde kendisinin bütün kısımlarını alâkadar eden büyük tarihî maceralar; ahlâkî, fikrî mücadele sarsıntıları geçirmiş olmalıdır ki onun evvelce husule getirmiş olduğu destan parçaları bu son büyük vakayiin hatıratı etrafına toplanmaya başlasın.

3) Millette destancılık (Epik) in tam inkişaf ettiği bu sırada bu vakayi dolayısıyla büyük bir medenî hareket vâki olmalı ki bununla cemiyetin bir kısmı evvelce tasavvur olunmayan medenî seviyeye birden yükselmiş olsun ve o devirde münevver bir halk şairi, lâvhaları millet efradının zihinlerinde temerküz etmekte ve bir kül şeklîni almaya temayül göstermekte olan millî destanı muayyen bir plân dahilinde tertip ve tanzim edip [ona yazılı, muayyen bir şekil versin.
İşte Homer, Firdevsî ve Lönnort ancak bu yeni büyük millî kültür hareketinin doğurduğu şahsiyetlerdir.

Bunlar yazıp teyit et‐tikleri destanların mucidi değil, belki evvelce dağınık kalan halk edebiyatı, destan parçalarının bu vekayi, millî birlik duygu‐sunun inkişaf ve medeniyet dolayısıyla hasıl olan merkezleşmek temayülünün kuvveden fiile çıkmasında bir vasıtadırlar.

Destancılık tab’ına malik olan bütün mîlletlerde geçirdikleri, büyük vakıalar, halk şairleri tarafından destan parçaları şeklini alıyorsa da bütün bu parçaların muntazam millî destan şeklinde toplanmasına uygun şerait ancak müstesna mîlletlere nasip oluyor.

Bazdan İkinci devreye girmeden medeniyet tesirine kapılarak ilk devrede husule getirdikleri muhtelif destan parçaların az çok yaşatabiliyorlar (Ruslar gibi) ve yahut umumiyetle destanların yaşamasına uygun şeraiti kaybedip unutuyorlar. Diğerleri ancak ikinci devrede kalıyor ve üçüncü devreye geçemediğinden toplanmak temayülünü gösteren destan parçaları tamamıyla toplanarak muntazam,
mükemmel bir millî destan şeklîni alamıyor. Kırgız Türkleri Radloff’a göre işte bu ikinci devrededir.

Bunlar Radloff’un zamanında (1865) hakiki epik devrini geçiriyorlardı, Hatta destan parçaları muayyen bir mihver etrafına toplanmış bulunuyordu. O, Kırgız ” Manasçı”larını Yunan aöde’lerine mukabil tuttuğu
halde Kazak‐Kırgızları hakiki epik devrine girmeden medeniyet tesirine kapılmış bir kavim sayıyor, ve onlarda destan parçaları söyleyen “Akın”ları Rapsode tesmiye ediyor. Fakat bizim bildiğimize göre Türkler bu ikinci devreyi birkaç defa geçirmişlerdir. Yalnız Kırgızların değil bütün Türk milletinin mefkuresini ve düşüncelerini bir yere toplayan destanlar bütün Türk mille‐tini birleştiren Oğuz ( = Hun, Kun) ve Çingîz vekayii gibi hâdiseler dolayısıyla husule gelmiş, fakat üçüncü devreye giremeyip büyük bir millî halk şairi tarafından tespit edilerek muntazam millî destan şeklini alamamış velüful edip gitmiştir. Bizde bu büyük destanların ancak enkazı vardır. Üçüncü devirde hakiki ve mîllî destan teşkilinin en güzel misalleri İran Şehnâmesiyle Fin kalevala’sıdır. Bunlar da birden vücude gelmiş değildir. Sâsânî Devletinin başına gelen ve onu inkıraza uğratan vekayi İran millî ruhunu öldüremedi. O ruh islâmiyet unvanı altında yaşadı. Horasan’da yerli İranlı ve Türk sülâlelerinin, Samânî ve Gaznevîler devletinin teşekkülü İran milliyetperverlerine çok ümitler ve ilhamlar verdi. Bunun ne derecede kuvvetli olduğunu biz yalnız Şehnameden değil o zamana ait kayıtlardan da anlayabiliyoruz. Ezcümle Firdevsî’nin muasırı olan El‐Bîrûnî, zamanındaki münevverlerin Arap diline istihza nazarıyla baktıklarından, Farîsîye temayüllerinden şikâyet ediyor. İran destanı şarkî İran’da tanzim edilen Firdevsî’den evvel orada bu isle Ebû Mukeyyed el Belhî, Ebû Ali el Belhî, Ebû Mensur Daqîqî gibi İran milliyetperveri meşgul oldular.

Firdevsî onlardan istifade etti. Hatta “Daqîqî”nin yazdıklarını tasrihle tamamen nakledip destan bildiğimiz şeklîni verdi, ve haklı olarak “işte Acem milletini Farslık esasında dirilttim” diye bağırabildi. Bu gurur Sâsânî İran siyasî hâkimiyetini diriltmek ümitlerinden uzaktı. Araplarla alay etmekle beraber destanın sonu matem şeklindedir. Bu destan Iranın eski mefahirini söylemiş ve İran’ı medenî bir kül olarak göstere bilmiştir. “Kalevala” ya gelince, Steintbal’a göre 1332 yılında Lönnort bu destanı meydana koyuncaya kadar Fînler’de böyle bir destan kül olarak meydanda idiyse de milletin ruhunda yaşıyordu. Halkın destancı sairleri, bu destanın esasen böyle olduğunu duymakla beraber ancak ayı ayrı parçalarını biliyorlardı. Lönnort onları halktan öğrenerek anladığı veçhile toplayıp birleştirdi. Eserde dağınık levhaların raptı ancak Lönnort’a ilham edilen bir keyfiyettir. Lönnort bu işi pek kolaylıkla yapmış değildir. Hatta diyorlar ki, eğer Lönnort eserin yarısını yazıp tespit etmemiş olsaydı destanın bütününü veremezdi. Gerek Homer’in, gerek Firdevsî ve Lönnort’un zamanında mensup oldukları mîlletin birliğini ve mazisini anlayış hususiyeti hakkında bütün cemiyet efradında umumî kanaat vardı.

Bizdeki eski büyük destanların enkazı yeni baştan mükemmel bir destan şekline gelebilmek için kâfi mevat teşkil edebiliyor mu? Bizim geçirdiğimiz ve bugün geçirmekte olduğumuz sarsıntılar eksik değil. Gerek garp (Türkiye ve Azerbaycan) Türklerinde ve gerek orta (Türkistan) Türklerde muayyen bir kültür seviyesine inkılâp suretiyle yükseliş ve dolayısıyla geçirilen derin buhranlar ve ıstıraplar meydandadır. Fakat o eski destan enkazı bir mîllî şair tarafından işlenerek ihya edilip yeni, muayyen ve mükemmel bir şekil alabilir mi? Destan zamanı geçmiş değil midir? Bu meselelere ileriki makalelerimizde cevap vermeye çalışacağız.

Türkçe Tarih

Hatay’ın Kurtuluşu

Önceki yazı

Çolışman’daki Tölös’ların Bilmeceleri

Sonraki yazı

Bu yazılar da ilginizi çekebilir

Yorumlar

Bir yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla yazı Türk Destanları