0

Aziz hocam Reşid Rahmeti Arat’ın son derslerinden birinde Orhun yazıtları ve eski Türk hayatına dair bir seminer vazifesi hazırlıyordum. Yazının birinci bölümünü derste okurken, muhterem hocamız Ligeti’den aldığım [1] tasvirlere işaretle bu mevzuda daha geniş araştırma yapmamı istemişti. Türk kültürünün korunması hususunda bir ana kadar şefkatli ve muhafazakar olan hocamız Arat bizleri, gösterişli jestlere düşmeksizin, heyecanlandırmasını, millı meselelere karşı ilgilendirip teşvik etmesini biliyordu. Onun Türklük sevgisi kafalarımızı zorlamaz, gönlümüzde perçinleşirdi. Ben de heyecanla araştırmaya koyuldum. İlgili malzemeyi topluyor, sanat eserlerinde ve minyatürlerdeki tasvirlerin Ligeti’nin ifadesine uyduğunu gördükçe seviniyordum. Ne yazık ki vazifeyi okuyamadım… Acı haberden sonra hazırladığım müsveddeler hocasız öğrenciler gibi boyunlarını büktüler. Bir müddet bu mevzu ile uğraşmaya istek duymadım. Fakat çalışmam gerekliydi; Türk’e ait bir mesele, çok mütevazi bir şekilde dahi olsa, ortaya konulmalıydı. Büyük alim ve sevgili hocam Arat’ın ruhu buna memnun olacaktı.

Her hangi bir cemiyette yaşayan insanları tek bir örnekle gösterip temsil etmek istiyorsak o cemiyetin tipini ele almamız gerekir. Tiplerde ferdilik yoktur; onlar cemiyetin adet ve gelenekleri, fizikı ve manevi şartlarıyla yuğrulmuş muayyen karakterlerdir. Milletler de birer cemiyet olduklarına göre kendilerine has bir tipleri bulunması tabiidir.

Antropolojik ve tarihı araştırmalar sonunda millı Türk tipi kesin olarak tesbit edilmiştir. Antrepologlara göre Türkler üç büyük ırk grupundan (evropid, mongoloid, negrid) europid’in “turanid” koluna dahildirler. Bazı alimler bu ırka “race turco-tatar”, bazıları doğrudan doğruya “race turki” demişlerdir. [2] Bartucz bu ırkın hususiyetlerini şöyle tasvir ediyor:

“Boyları biraz ortadan yüksekçedir (erkeklerde 166-167 cm). Tenasüp güzel, gövde orta derecede uzun, kollarla bacaklar nisbeten kısa, kafatası yuvarlaktır. Kafatasına nazaran yüz büyük değil; şeklen beyzi, değilmiye yakındır; geniş ve yassı olmakla beraber mongoloid değildir. Elmacık kemiklerinin çıkık olması sebebiyle aşağı doğru çok defa darlaşmış görünür”.

Şüphesiz kavim ve ırk mefhumları aynı şeyi ifade etmezler. Fakat her iki kavramın yakın ilgisi göz önüne alınırsa, yukarıda bahsedilen hususiyetlerin tarihi Türk tipinde de bulunduğunu belirtmek yerinde olur.

Türklerin uzun saçlı olup olmadıklarına gelince; (aziz hocamız bu hususun da açıklanmasını istemişti). Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, 1070’ten önce Anadolu’ya akınlar yapan Türklerin “rüzgar gibi atlar üstünde, kadınlarınkine benzeyen uzun saçları, mızrak ve yayları ile” düşmanları üzerinde müthiş bir tesir bıraktıklarını, Ermeni kaynaklarına dayanarak, söylemekte; Türklerin o tarihlerde Anadolu’ya gelişlerine delil olarak tiplerini ve uzun saçlarını göstermektedir. Dr. Kafesoğlu’nun dediğine göre, Türk ileri gelenlerinin başlarının ön kısmını tıraş ettirmeleri, saçlarını arkada üç örgü halinde bırakmaları adetti. Hükümdarlar hiç saç kestirmezlerdi. Bulgar Kıralı Krum Han’ın Madara’daki kaya kabartmasında ve güney Rusya’da bulunan Türk heykellerinin ekserisinde bu saç örgülerini bariz bir şekilde görmek mümkündür. [3] Çin kaynaklarına göre Köktürk hakanlarınadn Tong-Yabgu’nun saçları uzundu ve alnından geçen bir kuşakla bağlanmıştı.

Bütün eski sanat eserleri, heykel, minyatür ve kabartmalarda görülen bu husus gayet sarihtir. Taivan (Formosa) Taiçing Çin millı Saray müzesinde bulunan ipek rulo resimlerinden [4] Türk kumandanlarının uzun saçlı olduğu görülüyor. Eski Uygur fresk ve minyatürlerinde (bk. A. V. Le Coq. Die buddhistische spatantike mittelassiens serisi) de aynı özellik görülmektedir. Doğu Türkistan, Turfan, Hoço, Bezeklik minyatür ve heykellerindeki kadın saçları ise, örgüden ziyade omuzlar üzerine bırakılmış, yahut – bugünün hanımlarını kıskandıracak bir mükemmellikte – baş üzerinde toplanmıştır. Bu saç tuvaletlerinde alnın iri dalga ve zülüflerle süslendiği görülüyor (bk. A. V. Le Coq. Serisinden Kızıl ve Murtuk heykelleri). Türk resminin eski örneklerinden olan bu minyatürlerde: saçlar siyah (kumrala da rastlanıyor) yüz yuvarlak; gözler koyu renk ve badem şeklinde; elmacık kemikleri hafif çıkık; boylar uzuncadır. Türk tipinin bariz vasıfları olan bu özelliklere bütün Türk heykellerinde ve sanat eserlerinde rastlamaktayız.

Göz şekline gelince; Türk tipinin gözü ne çok çekik, ne de pek iri olan, orta bir biçimdedir. Bartucz’a göre, [5]“Nisbeten küçük ve dar olan göz yarığı karekteristiktir. Fakat Moğol kıvrımı bunda yoktur. Buna karşılık iç ucu diğerine nazaran biraz aşağıya iner. Koyu renkteki göz ekseriya keskin ve bilhassa kadınlarda parlaktır”. Realist Türk fresk ve resimleri, heykeller (mesela Kültiğin heykeli) bu tasvirin doğruluğunu ortaya koymaktadırlar. Bu göz şekli, Dede Korkut hikayelerinde [6] “kıyma göz” olarak geçer. Bunun orta büyüklükte, bazan kısa gaga burnu biçimindedir. Mongoloid ırkın yassılığına Türk burnunda rastlamak kabil değildir; (Bartucz):

“Burunla dudak arasındaki çizik derindir. Çene ufak ve kuvvetli, kulak küçük ve yapışıktır”. Minyatürlerde sakal unsuruna pek rastlanmıyor. Yalnız ihtiyar Uygur rahiplerine ait tasvirlerde uzunca beyaz bir sakalın bulunduğu görülmektedir. Taiçing ipek rulo resminde Türk kumandanlarından bir kaçının – kısa – sakallı olduğu dikkati çekiyorsa da harpte uzadığı fikrini veriyor. Oğuz Kağan Destanı’nda [7] Uluğ Türük için “Oğuz Kazan’In yanında ak sakallı kır saçlı, tecrübeli bir ihtiyar vardı”

deniliyor. Dede Korkut’un kahramanlarından Kara Göne ise “bıyığını ensesinde yedi yerde” düğümlemektedir. Eski heykellerde sakal ve bıyığa rastlanmıyor.

Destanlar ne kadar muhayyile mahsulü olurlarsa olsunlar, onlarda dile gelen, eski Türk tipidir. Bilhassa Dede Korkut bu tipler resmi geçidinin kadım bir sahnesi gibidir. Oğuz Kağan destanında, Oğuz’un vücud yapısı hakkında: “Ayakları öküz ayağı, beli kurt beli, omuzları samur omuzu, göğsü ayı göğsü gibi idi; vücudu baştan ayağa tüylüydü” deniliyor (s. 11). Hayvan benzetmelerinin yer aldığı bu tasvirde bize eski Oğuz tipinin vücud yapısı hakkında sağlam bir fikir verilmiştir. Bu tariften eski Türk tipinin geniş göğüslü (D. Korkut’ta “gin göğüs” tabiri), çevik bacaklı, ince belli olduğunu anlıyoruz. Bu tasvir Uygur realist hekellerinden “sırtında yük taşıyan erkeğin vücut yapısı ile mukayese edilebilir. Oğuz Kağan destanında tasvirin bize bıraktığı tesirlerden biri de esmerliktir. Bu esmerlik, ten esmerliği değildir. Aynı destanda Oğuz için: “Yüzü gök gibiydi” deneldiğine göre, bu tesir, saç, kaş, göz v.s.’nin koyu renk ve gür oluşu ile ilgilidir. Dede korkut’ta “kara” sıfatı da pek bol geçiyor (300 defa): “topuğunda sarmaşanda kara saçlum”, “kara kıyma göz”, “kara çoban”, “kargı gibi kara saç”, “kara Göne” gibi Göz rengi ile ilgili tamlamalar: “karangulaça gözler”, “karangu göz”, “kara göz” şeklinde geçmektedir; “ela” sıfatına daha az rastlanıyor: “ala gözlü yiğitler” gibi. Oğuz Kağan ise kara kaşlı ve ela gözlüdür (s. 11).

Dede Korkut’taki tasvirler mükemmel denilecek derecede canlı ifadelerdir. Dirse Han’ın eşine hitabını hatırlayalım:

“Berü gelgil başum bahtı, ivüm tahtı; ivden çıkup yoruyanda servi boylum, topuğunda sarmaşanda kara saçlum, kurılı yaya benzer çatma kaşlum, koşa badem sığmayan tar ağızlum, güz almasına benzer al yanaklum…”

Bu anlatımda eski Türk kadınının – biraz idealize edilmiş – renkli ve pek canlı bir tasvirini buluyoruz. Yine Dede Korkut’ta Oğuz kadınlarından bahsedilirken “kaza benzer kadın, kız” tabiri geçiyor. Bu gün yadırgadığımız bu benzetmenin, beyaz tenli, uzun boyunlu, iki tarafa salınarak yürüyen bir kadını pek güzel bir şekilde canlandırdığı görülmektedir. Yalnız bu teşbihin dış görünüş bakımından yapıldığı unutulmamalıdır. Bamsı Beyrek hikayesinde (s. 40), kızkardeşi Beyrek’i “apul apul yorıyışundan, aslan gibi turuşından, kanrıluban bakışından” tanır. Bu fevkalade tasvir sayesinde eski Türk “alp” ının davranışlarını çok müşahhas bir şekilde tahayyül etmemek mümkün değildir.

Netice olarak, antropolji, tarih ve sanat eserlerinin ışığı altında, eski Türk tipinin; uzuna kaçan orta boylu, beyaz tenli, koyu renk badem gözlü, mutedil burunlu, uzun saçlı ve sağlam vücutlu olduğunu söylemek mümkündür.

Bu alp tipine dizlerine kadar uzun ceketini başına miğfer veya börkünü, ayağına pantolon ve çizmesini giydirirsek tasvir gözlerimizin önünde at koşturmağa hazır olur. Fakat bir türlü harekete geçemez. Çünkü eline kargısını, ok ve yayını vermeyi unutmuştuk. Birdenbire ikinci bir atlı gelip yanında durur; bu eski Türk kadınının sembolüdür. Dede Korkut’ta Selcen Hatun ve banı Çiçek tipleri ile temsil edilen bu genç kadın, erkeğe silahlarını uzatır. Güz elmasına benzeyen al yanakları, savaşa gidişin heyecanı ile bir kat daha kızarmıştır. Orta boylu, ince belli, akyüzlü bu genç kadın, sadağındaki okları “kalın Oğuz beyi” ile paylaşır. Atıyla birlikte sabırsızlanan yiğitin siyah gözlerinde kıvılcımlar yanıp sönmektedir. Bir işaretle ok gibi ileri fırlarlar; toz-duman içinde bozkır ufkunda kaybolurlar.

Kaynak:

Ayla Doğan, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Mart 1965, Eski Türk Tipi Hakkında, Cilt: III Sayı: 29 Sayfa: 298-301

Kaynakça:

[1] – L. Ligeti, Bilinmeyen İç Asya, s. 195

[2] – Rasony, Dünya Tarihinde Türklük, Ankara, 1942, s. 16

[3] – İ. Kafesoğlu, Fuad Köprülü Armağanı, s. 267

[4] – Prof. Dr. Oktay Aslanapa, Tarih Boyunca Türk Ordusuna Ait Tasvirler, Türk Kültürü, sayı 22, s. 81

[5] – Rasony, Dünya Tarihinde Türklük, s. 17

[6] – M. Ergin, Dede Korkut Kitabı, s. 17

[7] – bk. Oğuz Kağan Destanı, nşr. W. Bang ev G. R. Rahmeti trk. Trc., İstanbul 1936, s. 29

Türkçe Tarih

Türklüğün Kökleri ve Yayılışı

Önceki yazı

Midhat Paşa’nın gizli bir siyasi teşebbüsü

Sonraki yazı

Bu yazılar da ilginizi çekebilir

Yorumlar

Bir yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla yazı Kültür ve Sanat Tarihi